2015 yılında bulunduğum yerden alelacele taşınmak zorunda kalınca ektiğim tohumları şaşırtma imkanı bulamamış, hepsinden biraz biraz yanıma almıştım. Taşınma telaşı bitip neredeyse unuttuğum fideleri hatırlayınca, o vakitler bulabildiğimiz en iyi konut alternatifi olan küçük bahçeli evimizin bahçesine koştum bir nefeste. Bir elimdeki fidelere bir toprağa bakıyor, eksem çok geç kaldım, ekmesem kendimi kötü hissedeceğim diye söylenip duruyordum. Yeni komşum bahçe duvarının arkasından başını uzatarak “Hoşgeldin, ek gitsin, büyüklerimiz, ekici ol bilici olma” derler, diye seslendi.

Ben bu sözü arıyordum! “Ekici ol bilici olma” Oysa bizim doğayla kurduğumuz tüm ilişki biçimimiz bilici olmak üzerine kurulu. “Tohum verimi” diye bir kavram var mesela veya “çimlenme yüzdesi” Tohuma, çeliğe türlü tevir kimyasal maddeyle müdahale ediyoruz ki işimizi garantiye alalım. Bekleyecek zamanımız, şaşıracak halimiz olmadığından belki. Ama şaşırmak, beklemek ne güzel.

Bahçeli bir evden evli bir bahçeye taşınınca, daha çok şaşırmak daha çok beklemek için 8 yıldır yaptığım tohum biriktirme, ekme uğraşımı, bu konuda bildiklerimi ve bilmediklerimi başkalarıyla da paylaşmak istediğim bir yerde buldum kendimi. Bu site onun için var.

Tohum üzerine düşünüşümün fiile çıkması, “Yerel Çeşitlerin Kayıt Altına Alınması, Üretilmesi ve Pazarlanmasına Dair Yönetmelik”in yani yerel tohumların kullanılmasına getirilen engellere eklenen yeni bir yol kesenin arifesine denk geliyor. Pek manidar! 2006’da da yasasını çıkarmışlardı. Bu tarihten sonra yerel tohumun satışı yasak ama ticarete konu olmayan tohum takası serbest iken şimdi getirilen sertifikalandırma zorunluluğu ile artık tüm tohumlar ticaretin konusu, malzemesi haline getiriliyor. Üstelik bu sertifikalandırma yetkisi sadece; meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri, kamu araştırma kuruluşları, yerel idareler ve üniversitelere veriliyor

Tohumun derdine düşen herkes bilir, ne büyülü olduklarını, uçmak, yayılmak, yeşermek için nasıl hınzırca yollar bulduklarını. Biz de bulacağız. Bu muhtemelen ilk ve en önemli takasın devam etmesi için tohum bulup toprağa gömeceğiz. Yabanın tohumlarını. Bu hevesle bulabildiğimiz tüm yaban tohumlarını paylaştığımız bir mekan olarak kurguluyorum Yazı Yaban’ı.

Ham da olsa bu yazımtrakların çocukken yuttuğumuz bir yaban tohumunu uyandırmasını umut ediyorum, tek beklentim bu. Zapatista Hikâyeleri’nde Koca Antonio anlatır; dünyayı yaratan unutkan ilk tanrılar, bu zaaflarının panzehri olarak yaptıkları ve bildikleri her şeyin bir kopyasını toprağın altına gizlemişler. Yerin üstündeki dünya yanlış bir yola saparsa yerin altındaki dünyaya bakıp kendini düzeltebilsin diye. Toprağa gömülen her şey o kadar değerli ki. Toprağı oluşturan da o. İnsan, hayvan, bitki, mantar, taş bütün canlı topluluğunun çürüyen varlığı. Ve bu çürümeden hayat devşiren “tohum”. Aynı hikâyede yeni doğan bebeklerin göbek bağının toprağa gömüldüğü, böylece bebeğin dünyanın gerçek tarihini görebildiği de anlatılır. Meksika yerlileriyle benzer bir geleneği paylaşmamız bir yana, bu sayede bebeğin yeşermeyi bekleyen başka dünyaların taslaklarını gördüğünü düşledim hep. Milyonlarca tohum yani. Belki de düşlemedim bizzat gördüm.

Tohumlarla birlikte, ağaçlar, çalılar, hayvanlar, mantarlar da misafir olacak bazen bu sayfaya. Genellikle geçmiş rastlaşmaların birilerinin işine yarayabileceğini düşündüğüm notları veya belki yeni karalamalar.

Paylaştığım her bilgi kırıntısı amatörlüğe sığınan bir hevesin izleridir. Yanlış, eksik olabilir ama heves bâki. Bu bir bilirkişi olarak değerlendirilmemek arzusudur. Öğrenciyim ve öyle kalmayı diliyorum.

Yukarıya kaydır