Dünyanın açlıkla baş edebilmesini devlet ve özel sermayenin fedakâr eylemlerine borçlu olabilir miyiz?
Buğdayda cücelik genlerinin keşfi ve geliştirilmesi küresel buğday üretimini ikiye katlayınca Dr. Norman Bourlag’ın, Yeşil Devrim’e yaptığı katkılardan dolayı layık görüldüğü ödüllerden biri Nobel Barış Ödülü oldu. Yapay gübreleri borçlu olduğumuz, aynı zamanda “kimyasal savaşın babası” sayılan Fritz Haber’de kimya dalında Nobel Ödülü almıştı. Haber’in patenti, kimya tekellerinden BASF’a verilmiş, şirketin görevlendirdiği kimya mühendisi Carl Bosch’un katkısıyla, Haber-Bosch prosesi’ne dönüştürülmüştü. Haber’in kendisi gibi kimyacı olan eşi Clara Immerwahr, savaşta kullanılan klor gazının üretilmesini sağlayan ve kullanılırken de bizzat denetleyen biriyle evli olmanın utancını taşıyamayarak intihar ederken, 1918’de Haber’e, Haber-Bosch prosesi için Nobel Ödülü verildi. Haber’e layık görülen bir diğer sıfat da ‘dünyayı açlıktan kurtaran adam’dı. Bourlag için de benzer şeyler söylendi, söyleniyor. Bunlar madalyonun Yeşil Devrim’li, nobel ödüllü, övgülerle dolu tarafı.
Diğer tarafta “…tahıl fiyatlarındaki düşme eğilimi sürdükçe ve ardından diğer tarım ürünlerindeki fiyat düşüşünü sürükledikçe, yoğun tarımsal göç ve gecekondu popülasyonundaki ölçüsüz kabarma da devam edecekti. Kentsel altyapının ve endüstri ve hizmetlerdeki istihdam alanının yeterli olmaması nedeniyle yoksul köylülerin göçü, işsizlik ve kayıt dışı etkinliklerle, yani kent yoksulluğuyla son buldu.”1 Tabii bu süreç kırsal nüfusun topraklarından uzaklaştırılmalarının amacı olan sermayenin biricik hayalinin gerçekleşebilmesini sağlayarak ucuz emek gücüne kavuşmaları ve tüm ücretlerin düşüşüyle taçlandı. Dolayısıyla dünyada açlığı bitireceği iddiasıyla ortaya atılan ve Türkiye’de Marshall Planı ile birlikte uygulanan Yeşil Devrim’in bizzat yarattıkları açlık sorununu çözmelerini ummak pek tuhaf olurdu ama umuldu.
Marshall Planı’yla Türkiye’ye yapılan yardımın %44,5’ i Tarım Bakanlığı’na ayrılmıştı, Planın uygulanmaya başlandığı 1949 – 1956 yılı sonuna kadar Türkiye’ye gelen tarımsal makine ve ekipmanlar içerisinde en yüksek payı tarımsal mücadele aletleri (%57) alıyordu.2 |
Bourlag elinde tohumlarla dünyayı dolaşmaya başladığında Pakistan’da bir araştırma enstitüsüne tohum vermiş ve ekmelerini istemişti. Ancak verim düşüktü. Çünkü tohumlar, gübre kullanılmadan, toprak yabancı otlardan temizlenmeden ve çok derine ekilmişti. Aldığı cevap; Pakistan’da buğday ekme şeklinin bu olduğuydu. Öyle bir buğday düşünün ki bu uygulamalara ihtiyaç duymadan yetişiyor! Pakistan’da buğday verimi dönüm başına 360 kg’ı geçmezken, girdilerle buğday yetiştiren Meksikalı çiftçiler bunun üç katından fazlasını alıyordu.3
Yeşil Devrim tarımsal üretim sürecinin kültürel/doğal süreçlere tabi çerçevesini biyolojik ve teknik müdahalelerle tamamıyla değiştirdi. Hibrit tohumlar, yoğun ve ağır makine kullanımı, tohum üzerindeki mülkiyet hakları ve şimdi ikinci Yeşil Devrim olarak pazarlanan “genetiği değiştirilmiş yiyecekleri” bu müdahalelere borçluyuz. Açlıkla göstermelik mücadele yöntemleri de hiç değişmedi. Tekelleşmiş şirketler kendi ülkelerinden bilim ve teknoloji ithalini, bu teknolojilere bağımlılığı, tek tip veya ülkelerinin belirlediği ihtiyaçlara göre ekilen tarım ürünlerine mahkum edilmiş bir plantasyonlar sistemini dayatırken, milli sermaye bu pastadan dökülen kırıntılar için devleti de arkasına alarak kültürel/genetik mirasını gözden çıkarmaya razı oldu. Kırıntı derken bir Bayer’e göre kırıntıdan bahsediyoruz. Yoksa elbette para kazanmıyor olsalar açlıkla savaşmak için muteber dürtüler edinemezlerdi.
Özellikle gelişmekte olan ülkelerde köyden kente zorunlu göç hâlâ sürüyor. Açlara yeni açlar ekleniyor. Örneğin bütün bu karın doyurma iddiaları karşısında açların pek gündemine giremeyecek bir lüks olsa da 2019 verilerine göre, en fazla organik ürün üreticisine sahip ilk 3 ülke arasında yer alan Etiyopya ve Uganda’da yıllık kişi başı organik ürün harcaması “sıfır”, Hindistan’da “20 sent”. Üretimde olmasa da tüketimde ilk sırayı kapan Avrupa ülkelerinden biri olan Danimarka’da ise kişi başı 418 dolardı.4 Ne de olsa böyle bir senaryoda açların sağlıklı beslenmeye değil sadece karnını doyurmaya hakları olabilir, o da eğer şanslılarsa.
60 yıl önceki tohumlarımıza ne oldu?
60 yıl önceki tohumlarımızın bir bölümünün hâlâ yaşadığına dair bazı sivil çabalara veya mucizelere tanığız. Örneğin İzmir’in Tire ilçesinin Kahrat köyünde bir çeyiz sandığına konulan buğday tohumları yıllar süren tatlı uykusundan uyanır. Tohumları gün yüzüne çıkaran torun büyükannesinden kalan tohumların yerel olarak “kızıl buğday” adı verilen ve geçmişte ekim sahalarını dolduran bir buğday türü olduğunu öğrenir ve ekmeye başlar.5
“Bir zamanlar en iyi bira arpalarının üretildiği Konya, Çay ve Uşak bölgelerindeki kaliteli çeşitler savaş koşulları içinde başka tohumlarla karışmış, bunların yerini yurt dışından getirilen yabancı çeşitler almışlardı. Ancak yapılacak nispi ıstıfa ile bu cinslerin ıslah edilmesi mümkün olabilir ve Anadolu’nun halis ve saf bira arpalarına yeniden eski şöhretleri kazandırılabilirdi. Üstelik bira arpaları piyasada %25-50 oranında daha pahalıya satıldığından bunlar üzerinde yapılacak ıslah çalışmaları, çiftçi ve köylülerin ekonomik kalkınması açısından da büyük bir önem taşıyordu.”6 |
Benzer bir hikâye de Efes Selçuk’ta gerçekleşir. İlçede yaşayan Mehmet Dal, 90 yaşındaki annesinin sandıktan çıkardığı bir zamanlar Selçuk’un ünlü kara karpuz tohumunu, yapılan çağrı üzerine yerel tohumları yaşatmaya çalışan belediyeye teslim eder. Hepi topu 35 adet olan karpuz tohumunun ekimi yapılır ve çoğaltılır.7
Selami Başer’in yine bir sandıkta bulduğu tohumlarla Ayaş domatesi hayat bulur.8 Çeyiz sandıklarına bir miktar da tohumun konulması bir çocuk doğduğunda, evini yapabileceği ağacın ekilmesi gibi yaşamın devamlılığı için sürdürülen geleneklerden biriydi. Haberlerde böyle hikâyeler çok gösterişli bir dille anlatılsa da bu ve benzeri gelenekler yaşamın örgütlenişiyle yakından ilgilidir. Sadece tohum değil, örneğin davar vermek de bir gelenekti. Şimdi de eğer imkân varsa bir çocuk doğduğunda banka hesabı açılıyor. Ayrıca köylerde dahi bu gelenekler yaşatılamıyor. Çünkü yerel tohumların kayıt altında alındığını, ekimlerinin özendirildiğini, desteklendiğini gösterir hiçbir devlet politikasına, yasaya sahip değiliz, hatta tam tersi uygulamalar çiftçinin elinde kalan tohumlara da göz dikiyor.
”Bakanlık’ın (…) çiftçinin elindeki yerel tohumun alınarak şirket veya devletin ürettiği sertifikalı tek tip çeşitleri dağıtarak yerel tohumların yok olmasına katkıda bulunduğu konusunda somut örnekler de bulunmaktadır.”9 |
Dolayısıyla yoklanan sandıklar ve çekmecelerden bir şey çıkmaması ihtimali çok daha fazla. Bazen bunun bile faturası köylüye kesilebiliyor, “tohumlarınıza neden sahip çıkmadınız” deniyor. Oysa bu sadece köylülerin sorumluluğu değildi. 1980’lerden beri izlenen politikalar yerel tohumları şehirde yaşayan kimi insanlar için birer mite dönüştürdüyse de köylü için hazırladığı senaryo bambaşka oldu. Her gün endüstriyel tohumlar ve tarım politikaları yerel tohumlarla birlikte köylü/çiftçileri de yerinden ediyor.
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi profesörlerinden Osman Tosun’un 1946 yılında Konya Kadınhan’da pazar yerindeki çuvallardan aldığı Bolvadin buğdayı adıyla bilinen bir buğday makarnalık buğdaylar arasında yüksek verimi ve adaptasyon yeteneği ile dikkat çekiyordu. 10 |
Yerel tohumların ticarete sunulabilmesi için Tohumculuk Kanunu’nda geçerli olan tek istisna “Standart tohumluk: Kayıt altına alınan çeşitlere ait ve Bakanlık tarafından belirlenen bitki türlerinde, sadece laboratuvar kontrolleriyle ticarete arz edilen tohum” ifadesidir. Hâlâ piyasada standart tohumluk bulunabilmektedir ancak verilen bilgilere göre; “örtü altında yetiştirilen (Açık plastik tünel veya sera) sebzelerin tamamının F1 hibrit çeşitlerden oluştuğu, açık yetiştiricilikte %70-80’lere varan oranlarda hibrit tohum kullanıldığını”11 göz önünde bulundurursak geleceklerinin pek parlak olmadığını teslim etmemiz gerekir.
“Geçmişte 1964 yılında 140 000 ha olan kaplıca buğdayları üretim alanı 2017 yılında 3 076 hektara kadar düşmüştür. Bu yılda alınan ürün miktarı 6 610 ton olarak gerçekleşmiştir. Üretim eğilimleri devam ederse kaplıca buğdaylarının Türkiye’de tamamen terk edilmesi olasıdır.” 12 Kaplıca buğdayları: Siyez ve gernik gibi “Kaplıca buğdayları” adıyla bilinen buğdaylar. |
Not: 10 bölümden oluşan bu yazı “100 Sene 100 Nesne” adını taşıyan dijital ansiklopedi için üretilmiş, yazının özeti ansiklopedide yer almıştır.
Görsel: Norman Borlaug tarlada bir grup gence eğitim veriyor, Kaynak: CIMMYT
KAYNAKÇA
1 “Dünya Tarım Tarihi”, Marcel Mazoyer, Laurence Roudart, Fransızcadan çeviren: Şule Ünsaldı, Epos Yayınları, 2009
2 “Marshall Planı Türkiye Tarımının Gelişmesinde Nasıl Rol Oynamıştır?”, Süleyman Karaman, Cemile Feyza Yavuz, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt/Vol. XXXV, Sayı/No. 1, 2016, pp. 1-14, http://www.uludag.edu.tr/dosyalar/iibfdergi/genel-dokuman/2016_1/ASL01.pdf
3 The man who helped feed the world, Tim Harford, BBC, 2019. https://www.bbc.com/news/business-47643456
4 “’Organik’ pazarın büyüklüğü 129 milyar doları aştı!”, İrfan Donat, Bloomberg HT, 19 Şubat 2021, https://bit.ly/3qlsQ0F
5 Çeyiz sandığı ile yüz yıl öncesinden gelen bereket, Dündar Kale, 2019. https://www.independentturkish.com/node/92351/ya%C5%9Fam/%C3%A7eyiz-sand%C4%B1%C4%9F%C4%B1-ile-y%C3%BCz-y%C4%B1l-%C3%B6ncesinden-gelen-bereket
6 Odet Perrin. Aktaran: Barışcan Ersöz, a.g.e.
7 Selçuk, ata tohumuna sahip çıktı, Cumhuriyet, 2021. https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/selcuk-ata-tohumuna-sahip-cikti-1865691
8 SANDIKTA BULDUĞU TOHUMLA DÜNYAYA AÇILDI, Büyük Alanya, 2020. https://www.youtube.com/watch?v=ODucQ74ssTg
9 YEREL ÇEŞİTLERİN KAYIT ALTINA ALINMASI, ÜRETİLMESİ, Tayfun Özkaya, 2019. https://yeniinsanyayinevi.com/yerel-cesitlerin-kayit-altina-alinmasi-uretilmesi-tayfun-ozkaya/
10 Barışcan Ersöz, a.g.e.
11“Sebzecilik sektörü ; dünü, bugünü ve geleceği” , Yanmaz, R., Balkaya, A., Akan, S., Kaymak, H.K., Sarıkamış, G., Türkiye Ziraat Mühendisliği IX. Teknik Kongresi. Sayfa 585-607, 2020
12 Türkiye’nin Biyoçeşitliliği…,2019, A.g.e.