Modası Geçmiş Nesneler
Hem kamu kurumları hem de özel sermaye ve nihayetinde birbirinden ayırmanın artık çok zor olduğu bu yapılar bütünü yerel tohumlara sadece ıslah materyali olarak önem verir. Yerel tohumlar, kamu kurumlarının diline yeri geldiğinde bir tehdit nesnesi olarak “ekmeyin aç kalırsınız,” yeri geldiğinde modası geçmiş bir nesne olarak “60 yıl önceki çeşitlerle tarım yapamazsınız” söylemleriyle yerleşirler. Veya ufak tadımlıklar halinde nostaljik bir gıda paketine dönüşebilirler.
Bir kamu kurumu olan TÜRKTOB “turistler ve sığınmacılarla birlikte yaklaşık 100 milyonluk nüfusu gereği şekilde doyurabilmeyi”1 düşündüklerini söyleyip yerel tohum ekmemiz durumunda başımıza gelecekler konusunda uyarıda bulunur; “1961 yılında Türkiye’nin ortalama buğday verimi 90 kg/da dır. Nüfusu ise 27.2 milyondur. 2017 yılında ise buğday verimi 280 kg/da civarına yükselmiş, yani 3 misli artmıştır. Nüfus ise yine 3 misli artarak 82 milyona ulaşmıştır. Bugün 60 yıl önceki çeşitleri kullanıp, dekara 90 kg ürün alarak 82 milyon insanı beslemenin mümkün olmadığı açıktır.”2
Türkiye’de 2019/20 üretim sezonu itibariyle toplam buğday arzı içerisinde ithalatın payı %37 olmuştu.3 İthalat oranının giderek artacağı düşünülüyor çünkü tarımsal girdilerin maliyetini karşılayamayan çiftçiler ekim yapamıyor. Oysa buğday bir zamanlar “tahıl ambarı” olarak bilinen Anadolu topraklarının dünyaya armağanıdır. Bu topraklar 23 yabani buğday türüne ve 400’den fazla kültüre alınmış buğday çeşidine ev sahipliği yapar.4 Yeşilköy Tohum Islah İstasyonu kurucusu ve müdürü Mirza Gökgöl, Türkiye’nin her yerinden topladığı buğday örneklerini sınıflandırmış 18 binin üzerinde farklı tip ve 256 adet yeni buğday varyetesi belirlemiştir. Ancak bu genetik kaynak materyali korunamamıştır.5
Buğday kendine döllenen bir bitkidir. Her ne kadar özel yöntemlerle hibrit buğday tohumları üretilmişse de döllenme ve çiçek biçiminin getirdiği zorluklar yaygın ve pratik bir şekilde hibrit üretimini engelliyor.6 Buğdayda kullanılan sertifikalı tohumların 3 yılda bir yenilenmesi söyleniyorsa da ekip tohumluk ayırmak hâlâ mümkün olabiliyor. En azından şimdilik yeniden ekimini ücretlendiremiyorlar. Bir tohumun sertifikalı olması onun patentlendiği anlamına gelmez. Kendine döllenen bitkilerin sertifikalı tohumluklarından tekrar tohum alınabilmesi, hibrit tohumlardan bir gömlek daha iyi olduklarını düşündürse de sertifikalı tohumlar da genetik ve kültürel olarak köylünün/çiftçinin malıdır, mirasıdır. Hele de buğday için bu mirasın arkeolojik değerinden bile bahsedebiliriz. Bereketli Hilal’in bir parçası olan Güneydoğu Anadolu bölgesi buğdayın ilk evcilleştirildiği yuvadır.
Tarım ve Orman Bakanlığı’yla TAGEM’in hazırladığı raporda “Özel sektörün, başta melez (hibrit) çeşitler olmak üzere, daha yüksek kâr getiren ürün gruplarında faaliyet gösterdiği izlenmektedir.”7 deniliyor. Yani buğdayda söz edilen verim artışını özel sermayenin çalışkanlığına değil bitki ıslahını ve çeşit geliştirme işini üstlenen köylüye/çiftçiye ve kamu kurumlarına borçluyuz.8 Yine aynı raporda “…tescilli 319 adet buğday çeşidinden 164 adedi (%51,4) TOB ve üniversitelere ait olup 155 adedi özel sektöre aittir. (…) TAGEM Enstitüleri tarafından geliştirilen bu çeşitler ülkemiz buğday ekim alanlarına hâkim durumdadır.”9 denilmektedir. Şirketlerin buğday başta olmak üzere kendine döllenen bitkiler söz konusu olduğunda tohumluklarının üretilmesi için gerekli olan üç aşama arasında en çok ‘tohumluk üretimi ve işleme’ ve ‘tohumluk pazarlama’ aşamalarında faal olduklarını ‘çeşit geliştirme ve adaptasyon’ denemelerini kamuya havale ettiklerini göz önünde bulundurduğumuzda sahiplendikleri buğday çeşitlerini de yalnız kamu kaynaklarına el koyarak sertifikalandırabilirler.
Özel sektör yerel tohum ıslahı konusunda gönülsüz olduğunu belirttiği ve bu gönülsüzlüğü yasalarla da dokunulmazlık altına alındığı için kurumlar yerel tohumlardan ıslah ettikleri çeşitleri ve hatları üretip, özel sektöre teslim etmektedir. Bakan Pakdemirli 2020 yılında yaptığı açıklamada; “21 özel sektör tohum firması ile işbirliği kapsamında 200’den fazla genetik materyal de özel sektöre aktarılmıştır. Yazlık sebze türlerinde 320 nitelikli hat ve 42 çeşit geliştirilmiş olup, bunlardan 214 hat ve 31 çeşit özel sektöre devredilmiştir.“10 demektedir.
Çiftçinin mağdur edilmemesi için ticaretinin yasaklandığı iddia edilen yerel tohumlar, çiftçiyi mağdur etmeyecek yöntemlerle yaşatılabilecekken, özel sektörün gen havuzuna aktarılır. Bu tezgahtan her sene veya üç yılda bir satın almamız öğütlenen hibrit, sertifikalı tohumlar olarak çıkarlar.
Hibrit olsun olmasın yoğun kültürel müdahalelere uyumlu tohumlarla 60 yıl önceki çeşitleri karşılaştırmak elbette haksızlık olacaktır. Ayrıca yerel tohumlarımızın, eğer hâlâ aynı yerde duruyorlarsa neden 60 yıl geride kaldıklarını da sormalıyız. Öte yandan bu tohumlarla çalışmak için bir birikime de sahibiz. Üstelik bu birikim sadece “yerli ve milli” değil; evrensel. Dünyanın her yerinde ekicilerin elleriyle yaşatılıyor.
Miguel Altieri bugün küçük çiftçilerin elinde 1,9 milyon yerel çeşit bulunurken, yeşil devrimin ürettiği çeşitlerin sayısının sadece 7 bin olduğunu söylüyor.11 https://www.youtube.com/watch?v=4eJIu7SJVF8&t=1374s |
Bencil Gen: Özel sermaye
Tohumculuk sektöründe özel sermayenin temsilcilerinden TÜRK-TED’in (Türkiye Tohumculuk Endüstrisi Derneği) Tohum adlı yayınına kulak vererek hibrit tohumların yapılmasına sebep olan biricik motivasyonu öğrenebiliriz; “Örneğin f1’de bulunan herhangi bir hastalığa dayanıklılık özelliği f2’de kaybolur, dolayısıyla bu özelliklere sahip bir çeşit talep eden kullanıcılar her sene yeniden f1 tohum satın alma zorunda kalırlar. Zaten f1 melezlerin bu özellikleri sayesindedir ki birçok kişi ve kuruluş bitki ıslahı konusuna yatırım yapıyor.”12 Dolayısıyla özel sermaye kendini bu kadar açık ifade etmişken sadece yüksek kâr getiren hibrit çeşitler üzerine çalıştıklarından yakınmak da yersiz kaçmaktadır.
Her şeyden önce hibrit tohumlara yapılan yatırım, şirketlere çiftçileri tohumluk ayırma olanağından yoksun bırakma gücü vermiştir. Bitki yetiştirmek artık sadece uzmanların yetkili olduğu bir uğraştır. Çiftçilere tek kalan bu uzmanlığın operatörlüğünü yapmaktır. Hâliyle bitkinin, hastalığı, sağlığı ile ilgili bilgileri biriktirip aktarmamıza da gerek kalmadı. Sorun sadece yerel tohumların yok olmasıyla genetik mirasımızın yok olacağı gerçeği değil, aynı zamanda artık tarımsal faaliyetlerimizin hiçbir kültürel ifadesinin olamayacağı gerçeğidir.
Filipinler merkezli MASİPAG ‘ın (Kalkınma için çiftçi- bilim insanı işbirliği kuruluşu) çiftçi ve bilim insanlarının birlikte geliştirdiği çeltik çeşitlerini ekolojik yöntemlerle yetiştirenler ve endüstriyel tarım yapanlarla kıyasladığı bir çalışmaya göre; organik grupta tohum seçimine çiftçilerin % 77’si, endüstriyel grupta %25’i katılırken, ıslah çalışmalarına organik gruptaki çiftçilerin %14’ü katılmış, endüstriyel grupta ıslah çalışmalarına katılım olmamıştır.13 Görülebileceği gibi ekolojik yöntemlerle yapılan faaliyetler çiftçinin ilgisini koruyarak, bugüne kadar biriktirdiği bilgiyi, bitki görgüsünü değerlendirerek onu katılımcı hâline getirirken, endüstriyel tarım çiftçiyi toprağından, tohumundan uzaklaştırmayı amaçlayan yöntemlerle çiftçiyle uğraşı arasına koca bir duvar örmektedir.
Elbette sermaye tohumlar konusunda açık paylaşımın önünü kesmenin yollarını aramış ve bulmuştur. Hem dünyada hem de Türkiye’de tohumculuk endüstrisi varlığını bu yolların bulunmuş olmasına borçludur. Anavatanı Meksika olan mısırın, temelleri ABD de atılan hibritleşme serüveni yayılarak tüm dünyadaki tohum şirketlerinin can simidi hâline gelmiştir. Özkaya, Simmonds’tan aktarır; “Hibrit mısır bir başarıdır, ancak büyük ölçekli çalışmaların onlarca yıl sürdürülmesi ile bu gerçekleşmiştir. Popülasyon ıslahına aynı çaba koyulsa idi ne olacaktı? Buna iyi bir cevap alamıyoruz. Çünkü hibrit ıslahını kabul etmek için ekonomik dürtü çok büyüktü.”14
2020 yılında yaşamaya başladığımız salgın için geliştirilen aşıların ilaç firmalarının kârlarının çok küçük bir yüzdesini oluşturduğu, eğer patentlenmezlerse özel sektörün aşı için yatırım yapmayacağı söylenerek korkutulduğumuz gibi tohumlar için de benzer bir mantık yürütülür; tohumun her sene parayla satın alınması çiftçiyi sarsmaz çünkü tohum maliyeti üretim maliyetlerinin çok küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. Şikayet etmeye devam edersek tohumlar üzerinde araştırma geliştirme faaliyeti yürütmekten vazgeçecekler, dünya da böylece açlığa mahkum olacaktır. Halbuki tohum fiyatları her sene artar ve olağanüstü durumlarda fiyat dalgalanmaları yaşanır.
2013 yılında ithal ettiğimiz domates tohumunun kilosu 6131 dolardı; “Tohum satıcıları domates tohumunu para kasalarında saklıyorlar.” 15 |
Fiyatın artması bir kenara sermaye gruplarına bağımlılık artar. Örneğin kimyasal kısırlaştırma/melezleme maddeleriyle (Chemical Hybridizing Agent/CHA) üretilmiş hibrit tohumlar için 2012 yılında Fransa’da tek bir şirkete (Crosior) yetki verilmiş, Avrupa ülkeleri hibrit buğdayı Fransa’dan ithal etmek zorunda kalmıştı. Keza tohum üretimdeki kullanılan “ethrel” gibi kimi kimyasalların yan etkileri yüzünden kullanımları durdurulmuştu.
Neyse ki bu yöntemlerle üretilen tohumların maliyetinin hibrit olmayan tohumlara göre iki kat fazla olması şimdilik buğdayı kurtarıyor. Ancak şirketlerin hibrit tohum aşkı gelecekte hibrit buğdayları bir zorunluluğa dönüştürebilir.
Uluslararası Mısır ve Buğday Geliştirme Merkezi (CIMMYT) raporuna göre ise, Türkiye’de 1990 yılında ekilen buğdayın sadece %31’i geliştirilmiş çeşitlerden oluşuyordu, yani %69’u hala yerel (ıslah edilmemiş) çeşitti. Dr. Karagöz’ün hesaplamalarına göre 2014 yılında 11.713.223 hektar olan tüm tahıl ekim alanlarının % 7.11’ine karşılık gelen 801.849 hektar genişliğindeki alanda yerel çeşitlerin yetiştirildiği söylenebilir. FAO’nun 2016 tarihli raporunda ise, Türkiye’de ekilen buğdayın sadece %1’lik kısmını yerel türlerin oluşturduğu ifade ediliyor.16 |
Oysa birçok araştırma ortadan kaldırabileceği bir açlık olabilmesi için önce açlığı icat eden endüstriyel tarım sistemlerine karşı çıkabilecek güçte sonuçlar elde ediyor. Küçük çiftçiliğin hüküm sürdüğü agroekolojik tarım yöntemleriyle üretimde %80 verim artışı sağlanabileceğini gösteriyor.17
Ayrıca tohumun maliyeti “görece” düşük olsa dahi, yapay gübre ve tarım zehirlerinin maliyetinin çok daha yüksek olması ve bu ürünleri aynı tekellerin satıyor olması hibrit tohumlara yapılan yatırımın anlamı hakkında bize daha çok şey söyleyebilir. Hem tohum hem tarım kimyasalları konusunda tekelleşme eğilimi güçlenerek devam etmektedir. Bu eğilimler tohumun geleceği hakkında kahinlik etmemize de izin veriyor. ETC’nin 2014 verilerine göre dünyada tohum ticaretindeki payı %10’dan büyük iki firma var; Monsanto-Bayer CropScience ve Dow-Dupont. Tarım kimyasallarında ise bu ikisi aynı olmak üzere iki firma daha ekleniyor listeye Syngenta-ChemChina ve BASF.18 Veriler şirket payların özellikle tekelleşmelerden sonra katlandığını gösteriyor.
Hibrit tohumların özellikle yeknesak ürün vermelerine, verim vaadine göre pazarlanmalarına rağmen, ağır makinelerle toprağı işleme, yapay gübre kullanımı, sulama gerektirmesi ve tarım zehirlerine (Devlet diliyle söylersek bitki koruma ürünlerine) bağımlılıkları, ideal koşullara göre yetiştirilmeleri (iyi toprak vb.), her sene yeniden satın alınmalarının gerekmesi, bu faaliyetler toplamının başta çiftçi olmak üzere, topluma, toprak sağlığına, hayvan ve bitki çeşitliliğine verdiği zararı düşününce, vadettiklerini neye mal olduklarıyla birlikte ele almak zorundayız.
Verim vaadi ancak tüm bu koşullar yerine getirilebildiğinde gerçekleşebilmektedir. Başka bir sorun da verimin tarlaya ekilen ana ürün üzerinden hesaplanmasıdır. Örneğin mısır hasat edildikten sonra tarlaya ekilen ikinci, hatta üçüncü ürünün durumunun, veriminin, sağlığının veya besin değerlerinin ne olduğu üzerine düşünülmez. Sonuçta uygulanan yöntemler bütünü de kendi beton kültürünü yaratır.
Not: 10 bölümden oluşan bu yazı “100 Sene 100 Nesne” adını taşıyan dijital ansiklopedi için üretilmiş, yazının özeti ansiklopedide yer almıştır.
KAYNAKÇA
1 “Kavramlar ve Verilerle Tohumculuk Sektörü”, TÜRKTOB, 2020, https://bit.ly/36VSpik
2“Kavramlar ve Verilerle Tohumculuk Sektörü”, TÜRKTOB, 2020
3 Tarım Ürünleri Piyasaları, BUĞDAY. https://bit.ly/36sqJSj
4 WWF Türkiye ve Eti Burçak işbirliğiyle hazırlanan “Türkiye’nin Buğday Atlası”, 2016.
5 Doç. Dr. Alptekin Karagöz, “Dr. Mirza Gökgöl: Türk Tarımına Silinmez Bir İmza Atmıştır”, TÜRKTOB Dergisi. https://www.turktob.org.tr/dergi/makaleler/dergi4/6-8.pdf
6 Buğday tarımında hibrid çeşitlerin geleceği, Köksal Yağdı, Esra Aydoğan, Bitkisel Araştırma Dergisi (2004) 2: 31–34, https://arastirma.tarimorman.gov.tr/bahridagdas/Belgeler/Eski%20Dergiler/2004-2/6.PDF
7 “Tohumculuk Sektör Politika Belgesi, 2018-2022”, Tarım ve Orman Bakanlığı, Tarımsal Araşatırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü, https://bit.ly/3IjbqIo
8 Konuyla ilgili ek okuma için; “Tohumlarımız Düşürülmüyor Toprağa”, Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu, 5 Kasım 2006, https://www.karasaban.net/tohumlarimiz-dusurulmuyor-topraga/
9 A.g.m. “Tohumculuk Sektör Politika Belgesi, 2018-2022”
10 GELİŞTİRİLEN 82 YERLİ TOHUM ÇEŞİDİ SEKTÖR KULLANIMINA SUNULDU, 2.9.2020, https://www.tarimorman.gov.tr/Haber/4706/Gelistirilen-82-Yerli-Tohum-Cesidi-Sektor-Kullanimina-Sunuldu
11 Aktaran: Tayfun Özkaya “Belediyeler Yerel Tohumların Korunmasında Etkili Olabilirler mi?”, Şubat 2020, https://yeniinsanyayinevi.com/belediyeler-yerel-tohumlarin-korunmasinda-etkili-olabilirler-mi-tayfun-ozkaya/
12 “Doğru Bilinen Yanlışlar”, Tohum Dergisi, Türkiye Tohumculuk Endüstrisi Derneği, Sayı:2, Nisan 2011
13 “Sürdürülebilir Tarım ve Çiftçi Hakları Açısından Türkiye’de Tohumluk Sorunu”, Prof. Dr Tayfun Özkaya, XI. Ulusal Tarım Ekonomisi Kongresi 3-5 Eylül 2014, Samsun, https://tarekoder.org/2014samsun/176-183.pdf
14 Özkaya, 2014, Sürdürülebilir Tarım ve Çiftçi Hakları Açısından Türkiye’de Tohumluk Sorunu, A.g.m.
15 “Tohum Takas Şenlikleri Ve Tarımsal Biyoçeşitlilik”, Prof. Dr. Tayfun Özkaya, Apelasyon, Sayı:42. Mayıs 2017, https://apelasyon.com/yazi/42/tohum-takas-senlikleri-ve-tarimsal-biyocesitlilik
16 Defne Koryürek, “Belki veganlar…”, 2019, Yeşil Gazete. https://yesilgazete.org/belki-veganlar/
17 Report submitted by the Special Rapporteur on the right to food, Olivier De Schutter, 17 December 2010, https://www2.ohchr.org/english/issues/food/docs/a-hrc-16-49.pdf
18 “A Long Food Movement: Transforming Food Systems by 2045”, IPES-Food & ETC Group, 2021, https://www.ipes-food.org/_img/upload/files/LongFoodMovementEN.pdf