Tohumların hamisi (2)

Yerel ama milli olmak zorunda değil

Bugün “yerel tohumlar” bir bölgede uzun süredir ekilen ve nesilden nesile aktarılan tohumlar anlamına geliyor olsa da aslında tarım yapmaya başladığımızda tüm tohumlar yereldi. Öte yandan eski ticaret yolları, sömürgecilik, bilimsel uğraşlar, seyyahlık veya göçler de birçok tohumun yaşadığı yeri değiştirmiş/genişletmiştir. İnsanlar yolculuklarına tohumlarını yanlarına alarak çıkarlar. Örneğin domates, Güney Amerika’da doğup Avrupa’da kültüre alınmış olsa da dünyanın elverişli iklimlerinde kendine yaşam alanı bulan kültür sebzelerinden biridir, Türkiye’de de. Keza patates, fasulye, biber kabak, mısır, yer fıstığı, yer elması, ayçiçeği, pamuk, tütün gibi türler de öyle. Tam da bu yüzden “ata”, “atalık” tohum ifadeleri çağrıştırdıklarıyla konunun yanlış anlaşılmasına sebep olabiliyor.

Yerel tohum dediğimizde kökeni bu coğrafya olmasa da nesillerdir belli ve genellikle dar bir bölgede ekilmiş, tohumu alınmış ve yeniden ekilmiş bir bitkiden bahsediyoruzdur. Kabağın Amerika kıtasından gelmesi bitkinin “yerel” olarak nitelendirilemeyeceği anlamına gelmez. Birçok bitki Türkiye’de yetiştirilmeye başlandıktan sonra coğrafyaya uyarlanarak kendi genetik/kültürel çeşitliliğini oluşturur. Dışarlıklı fasulye milli yemeğimiz olma iddiasındadır (kuru fasulye). Genetik olarak da Türkiye, bazı yabancı kökenli bitkiler için çeşitlilik merkezi olarak görülmektedir. Örneğin kabaklar için ikincil gen merkezi olarak kabul edilir.1 Kabak tarımını etkileyen genel bir sorun peyda olduğunda ve var olan çeşitler zarar gördüğünde Türkiye kökenli çeşitler, yeni çeşitlerin üretilmesinde kullanılabilir, demektir bu. Şu durumda ‘yerel tohumlarımızı yaşatmalıyız’ derken tohumların kökeni itibariyle buralı olduklarını iddia etmiyoruz. Nesillerdir burada ekilmeleri sebebiyle hepsi kültürel ve genetik mirasımızın bir parçası olduğu için önemlidirler.

Türkiye’den köken alan bitkilerse bezelye, buğday, çavdar, keten, mercimek, nohut, pancar, soğan türleri, üçgül, yonca, yulaf gibi otsu bitkiler yanında; Antep fıstığı, armut, asma, elma, erik ve nar gibi odunsu bitkilerdir.2 Bu menüye bakıp sofralarımızın bir zamanlar çok fakir olduğunu düşünürsek yanılmış oluruz. Kültüre alınmamış olsa da yediğimiz yüzlerce yabani ot ve yemiş de vardır bu sofrada. Büyük bir ihtimalle yabani bitkiler arasından ıslah edilmeye çalışılanlar veya besin bitkisi olarak her sene yetiştirilenler de olmuştur, kimi sonra unutuldu, kimi ise hâlâ biliniyor. Örneğin ‘papulez, yabani araka, gambilya’ adlarıyla bilinen ‘Lathyrus ochrus’ Mersin’in Melemez Köyü’nde ve Ege’de kimi yörelerde ekiliyor. Tanıyanlar, ısırgan, gıvışgan, gelincik, yabani soğan, kömeç, kuzu kulağı, sirken, şevketibostan, teke sakalı, yemlik, tilkişen gibi birçok yaban bitkisine bostanlarında bir köşe ayırıyor. Bu bitkilerden bazılarının tarımının yapıldığı ülkeler olduğu gibi dönemsel olarak pazarlarımızda bulunabiliyorlar veya ısırgan ve tilkişen gibi yabani bitkilerin ekimi öneriliyor.

Bu yazı dizisinde yerel tohum olarak adlandıracağım tohumlar ise “köy çeşidi” veya yasa/yönetmelikler nezdinde ve tohum şirketleri tarafından kullanılan “yerel/yerli çeşit” gibi kavramlarla karşılanabiliyor. Hatta kamu kurumlarındaki millileşme furyasına uygun olarak “yerli ve milli tohum” ifadesi de kullanılmaya başlandı.

Bugün sofralarımızı kurmamızı sağlayan iki tohum türü var; ticari tohumlar ve yerel tohumlar. İkisini de konu edineceğim ama tarım uğraşımızın verdiği meyveler arasında bir tek yerel tohumları özgürce paylaşmaya devam edebiliyoruz. Bir tek onlar barındırdıkları ihtimalleri sergilemeye, dünyayla sevişmeye devam ediyor.

Yerel tohumun tarım uğraşı açısından önemi nedir?

Yerel tohumlar belli bir bölgenin sınırları içinde yetiştirilen, yetiştirildiği bölgenin iklim koşullarına uyum göstermiş, türe özgü otoburlarla veya hastalıklarla mücadele kapasitesini geliştirmiş tohumlardır. Dolayısıyla yaşadıkları yerle özelleşmiş, kimi zaman yeri doldurulamaz ilişkiler kurarlar. Bu yüzden birçok meyve ve sebze tüm tarımsal çabalara rağmen belli coğrafyalarda varlık gösterir, en yüksek verimine bu coğrafyalarda ulaşır. Sevdikleri mekânı mesken tutan yerleşik canlılardır bitkiler. Ancak o mekânla iyi ilişkiler kurabilmişlerse soylarını sürdürebilirler. Umduğumuz gibi büyümeyen bitkiler için “yerini sevmedi” deriz mesela. Doğal olarak bir ekici de yerini seven bitkileri çoğaltmış, onunla ilgili, onun çevresinde bir kültür oluşturmuştur.

Hay gücüne kurban olduğum
Dağ taş dinlemezim hey aman
Göster o gül yüzünü göster
Önce yeşil yeşil bak tohum
Sonra sarı sarı gülüver.3

Yüzyıllar boyunca, eken, biçen tüm ekicilerin bilgileri, emekleri tohumlarda birikmiştir. Bitkiyle, bitkinin yaşam döngüsüyle, tüm kullanımlarıyla (besin, tıbbi, boya, lif vb.), bitkinin hastalıkları ve onu seven otoburlarla nasıl başa çıkılabileceğiyle yani hem bitkinin hem insanın yaşamsal pratikleriyle ilgili bilgilerdir bunlar. Bu bitkilere boşuna ‘kültür bitkileri’ demiyoruz, kültür ürünüdürler. Kültür sözcüğüne kaynaklık eden Latince colere kelimesi de ‘ekip biçmek, toprak işlemek’ fiilinden türetilir.4 Yaşadığımız zamanın gündeliği içinde bu bilgilere yeterince önem verilmemesi, zamanını bostanına iyi bakmakla geçirmiş, yiyeceğini, giyeceğini, barınağını, ilacını bitkilerle yapmış ekicilerin hiç öngörebileceği bir iş değildi.

Mayasıla tosbağa yımırtası
Ağrılara keten tohumu lapası
Geçim darlığına laf salatası
Ye ki, sen kendini “Karun” sanasın.5

Her kültür bitkisinin adı, ekimi, ekim ve toplanma zamanları, yetiştirilme biçimleri, bitkiden yararlanma yöntemleri, saklama ve değerlendirilme usulleri bırakalım ülkeleri Türkiye içinde bile yöreden yöreye farklılık gösterir. Örneğin “börülce” genel adıyla bildiğimiz sebze Antakya’da libye, Adana’da acebek, Silifke’de ülübü adlarıyla bilinir. Pişirme, değerlendirme yöntemleri farklıdır. Bu çeşitlilik kültür bitkilerinden yaban bitkilerine kadar neredeyse genel bir kuraldır. Dolayısıyla her tohum, tanınma ve kullanım farklarıyla birlikte o yörenin toprak ve insan çeşitliliğinin yansımasıdır.

Anneme bahçeye “pazı” ektim dediğimde bana anlamaz gözlerle bakar. “Zılk” ektim derim sevindirmek için. Zılk adını zikretmek annemin ekicilik bilgisini uyandırmak için şarttır. Bana ekim zamanını, nasıl yetiştireceğimi, ne zaman toplayacağımı ancak böyle aktarabilir. Sapların dış zarı soyularak yapılan “zılk sapı” yemeği de Antakya mutfağına özgüdür.

Bir yerel tohumun yolculuğu, ekilmesi, yeşermesi; kültürünün ekilmesi, yeşermesi anlamına gelir. Tohum ekilmeye devam ediliyorsa bu kültür yaşıyor, ekilmiyorsa ölüyordur diyebiliriz; hem kültürel hem de varoluşsal anlamda. Her kültür bitkisi adı üstünde “ıslah” edilmiş, doğal yayılış yeteneklerini yitirmiştir. Örneğin mısır, anası teosinte gibi kendi kendini ekebilen bir bitki değildir. Teosintenin tohum dağıtımı konusunda yardımcıları da boldur. Sert bir kavuzla kaplı tohumlar otçulların sindirim sisteminden korunur ve dışkılarıyla yayılır. Bizim terbiye edilmiş mısırımızın tanelerinin koçanlarından ayrılması, kurutulması ve ekilerek soyunu devam ettirebilmesi ise insanların çabalarına bağlıdır. Ola ki bir dane soluğu bir kuşun midesinde alıp oradan sağ çıksa dahi biteviye soyunu devam ettirebilme kapasitesine sahip değildir. Islah süreçleri bitkilerin doğal alanlarda hayatta kalmalarını sağlayacak özellikleri insanların tercihleri doğrultusunda budamıştır.

Tohumlar kıtalar aşarak gelip bir ülkeye yerleştiğinde çoğu zaman kültürel kodlar peşlerinden gelmez. Kültür yani insan da bu yolculuğa eşlik etmişse o zaman başka. Tohumun veya insanın, kısa/uzun mesafelere yolculuğu her zaman kültürlerin, ekme, biçme, derme, değerlendirme hâllerinin de bir kısmının veya tamamının yolculuğudur aynı zamanda.

Bu coğrafyayı yurdu bellemiş kavun türlerinden biri olan Türkiye’de acur, kıtti, kıtte ya da hıta diye bilinen Ermeni salatalığı (Armenian cucumber), sürgün edilen Ermenilerin bohçalarında Amerika’ya taşınır. Bir halkın yurdu değişirken tohumun yurdu genişler. Ermenilere yuvalarını hatırlatan ve belki ‘burası da yuvanız olabilir,’ dedirten bir bağa dönüşür acur tohumları. 1933 yılında, The Fresno Bee’de, bir köşe yazarı şöyle yazar:

“Göçmen Ermenilerin Küçük Asya’dan Fresno’ya gelmesiyle birlikte değişik türde yeni meyve ve sebzeler de tanınmaya başlandı. Yazıda, çeşit çeşit meyve üreten yenilikçi çiftçiler sayesinde kavunların kendilerine vadide nasıl “misafirperver bir ev” buldukları anlatılıyordu. Bu meyve türlerinden biri, bir zamanlar Ermeni Krallığı’nın başkenti olan ama şimdi Türkiye’nin güneydoğusunda Diyarbakır olarak bilinen Dikranagerd (Tigranakert) şehrinden adını alan Dikranagerd Los Angeles Karpuzuydu. Ayrıca, Ermeni miskkavunu (şamama kavunu), sakız kabağı ve elbette Ermeni salatalığı vardı. Ermeni salatalığı, 30 inç uzunluğa varabilen ve salataya doğranan, yoğurtla yenilen veya turşusu yapılan, Central Valley’deki Ermeni ailelerin favori uğraşlarından biri olan ve neredeyse her yerde yetişen, garip görünümlü bir “kavun”du.”6

Anna Garabedian’ın gururu: 32 santimlik salatalık. Kaynak: Arizona Daily Star (30.07.1959), s. 11. / © newspapers.com

Mennolar, Rusya’da ibadet özgürlüklerinin kısıtlanması üzerine 1870-71 yıllarında ABD’ye göç ettiğinde yanlarına aldıkları tohumlardan biri de Türk kırmızısıdır (Turkey red veya Turkey red hard wheat). Tohumlar, yerleştikleri Kansas’ta o güne kadar yapılan buğday tarımını iki katına çıkarınca, anısına bir anıt yaptırılır. ‘Mennonite Settler Statue’ adını taşıyan ve Newton Kansas’ta yer alan anıtın üzerinde “1874 yılında, Mennolar tarafından Rusya’dan Türkiye Kızılı’nın getirilmesi anısına” yazmaktadır. 7

Lalehan Uysal’ın, “Kurda, Kuşa, Aşa…ve Göze” tohum fotoğrafları sergisi için yaptığı bir söyleşide aktardığı “yörük kadınları bahçesini boynunda taşır” sözünde olduğu gibi kısa ve uzun mesafelere yapılan göçler aynı zamanda tohumların göçüdür. 8

İnsanlarla birlikte göçen tohumlara Bengisu Muazzez Kurtuluş’un Kaçış Çizgisi adını taşıyan enstalasyonunun sergi metninde de rastlarız; “Mezopotamya’nın en kadim kavimlerinden biri olan Ezîdiler, 19. yüzyılın sonlarına kadar yarı göçer olmalarına rağmen, yaklaşık son yüzyılda politik gerekçelerle sürekli göç ettirilmeye zorlanmışlardır. (…) topluluğun bilge kadınları, melek tavusdan ödünç aldıkları atalık tohumları, memelerinin altındaki keselerde saklamışlardır. (…) bu tohum keselerinden ya da çorap başlarına büküp sakladıkları keselerden çıkarıp, yerleştikleri her çölü vahaya çevirmişlerdir. Ezîdi kadınların nabzında demlenen tohumlar, yine kendilerinin olamayacak topraklarda, güneşi selamlayan ekotonlar yaratmışlardır.”

Bengisu Muazzez Kurtuluş – Kaçış Çizgisi

Yeryüzünü boydan boya nasıl kat ettiklerini takip etmek, insanların çıkınlardaki azığa eşlik etmelerini, hatta azık yerine konulduklarını görmek, tohumların, yalnızca dünyanın tüm ekicilerine ait olabileceklerini anlamamızı sağlar.

Tohumların/bitkilerin ekilmesi ve çoğaltılmasıyla beraber, yerleşilen coğrafyanın kültürüne özgü bir birikim oluşmaya başlar. Görece yakın zamanda sofralarımıza buyur eden avokado pazara ilk çıktığında birbirimize nasıl yenilebileceğine dair tarifler fısıldıyorduk. Meyve ithal edilebilmiş ama kültürü gelmemişti. Türkiye’de de ekilmeye başlandığında sofralarımızın bir üyesi olabildi. Bu arada hangi bitki türlerini yerinden ettiği de sorulabilir. Avokado Amerika kıtasından Türkiye’ye geç davet edilen bitkilerden biridir. Anlaşılan o ki Akdeniz’i buğday kadar sevmiştir. Ancak hemen hepsi Akdeniz Bölgesi’nde yetiştirilen avokadonun üretimi son 5 yılda 3 katına çıkarak Adana’da pamuk ekim alanlarına yerleşmeye başlamıştır.9 Oysa pamuk da Amerika kıtasından gelmesine rağmen toprak ve insanlar için avokadodan çok daha eski, yerleşik bir bitkidir. Çukurova’da bir dönemin insanlarının hayatı pamuk etrafında şekillenmiştir.

Başka bir yerde haşhaş, bir diğerinde şeker pancarı, berikinde buğday, ötekinde tütün, evvelinde kenevir etrafında toplanır hayatlar. Öyle ki ben de tütün sapladım. Gelip geçen bir şeydi tütün, bir dalga gibi. O dalga kiminin yüzüne çarptı.


Sonraki yazı

Önceki yazı

Not: 10 bölümden oluşan bu yazı “100 Sene 100 Nesne” adını taşıyan dijital ansiklopedi için üretilmiş, yazının özeti ansiklopedide yer almıştır.

Görsel: Fotokart. Şeker pancarı tarlasında hasat yapılırken. Fotokartın arka yüzünde Betül’e ablası Azize tarafından yazılmış mektup bulunmaktadır. Kaynak: SALT Araştırma/AFDIVH215, https://archives.saltresearch.org/handle/123456789/196846

KAYNAKÇA

1 Kökeni Amerika Kıtası Olan Genetik Kaynaklarımız (1), Prof. Dr. Neşet Arslan, TÜRKTOB Dergisi 2017, Sayı: 24 Sayfa: 54-59. İki bölümden oluşan yazı, yerli tohumların kökenlerini öne çıkarıp yetiştirdiğimiz birçok tarım ürünün yabancı kökenli olduğundan, yerli tohum tartışmalarının bilgisizce yapıldığından dem vuruyor.
https://www.turktob.org.tr/dergi/makaleler/dergi24/54-59.pdf
https://www.turktob.org.tr/dergi/makaleler/dergi25/46-52.pdf
2 “Tohum Sever’in El Kitabı”, Buğday Derneği, 2009, http://www.bugday.org/pdf/tohum.pdf
3 “Tohum”, Melih Cevdet Anday, Telgrafhane, Yeditepe Yayınları, 1952
4 https://www.nisanyansozluk.com/kelime/k%C3%BClt%C3%BCr
5 “İlaç Tarifleri”, Şeref Tan, Aktaran; Aydın Arıcıoğlu, Turhan Baytop Anısına,
https://e-kutuphane.teb.org.tr/pdf/tebhaberler/temmuz_agustos02/11.pdf
6 Liana Aghajanian, The Story of Armenian Immigration to America Through a Cucumber,
https://bit.ly/3AphD2I
Acur’un (Cucumis melo var. flexuosus) genetik çeşitliliğini barındıran yerler Güneydoğu Anadolu, Orta Asya, İran ve Filistin olarak kabul ediliyor. İngilizce olarak ‘Armenian cucumber’ (Ermeni salatalığı/hıyarı) veya “Snake Melon’ (Yılan kavunu) adları kullanılıyor. Neden Ermeni salatalığı/hıyarı adı verildiği yazıda anlatılıyor. Konuyla ilgili haber küpürü, 1959 tarihli. Anna Garabedian adlı bir Ermeni kadın, Arizona’da çok büyük bir Ermeni Salatalığı yetiştirmesi üzerine, ön sayfadaki haberlerde yer alıyor.
7 https://www.newtonkansas.com/Home/Components/FacilityDirectory/FacilityDirectory/102/642
8 Lalehan Uysal, “ Tohum Sınır Tanımaz”, Söyleşi Ayşegül Oğuz. Video Güliz Sağlam. 1×1 Express, 2021, https://birartibir.org/tohum-sinir-tanimaz
9 “Tarım Ürünleri Piyasaları, AVOKADO”, Strateji Geliştirme Başkanlığı, Haziran 2021,
https://bit.ly/3wnOYvk

Yukarıya kaydır
%d blogcu bunu beğendi: