Bahçeler ve bankalar
Botanik bahçelerini ilk bitki gen bankaları olarak görebiliriz. Bu bahçeler bitkilerin sadece bir nevi hayvanat bahçesinde yaşatılmalarının kutlu misyonunu üstlenmemiş aynı zamanda bitki genetik materyallerinin sömürgeci faaliyetlerle egemen devletlere akıtılmasının da adresi olmuştur. Ruivenkamp botanik bahçeleriyle ilgili olarak şöyle der; “Bu nesneleşmiş zenginlik botanik bahçelerine aktarılarak sergilenmiş, ardından uluslararası tarımsal araştırma merkezlerince, ulusal araştırma merkezlerince ve şirketlerce muhafazaya alınmıştır. Bitki genetik materyallerinin kamusal ve özel araştırma kurumlarının gen bankalarında bu şekilde muhafazası sonucunda bu materyaller giderek onların mülkiyeti altına girmiş, mülkiyet rejimindeki bu değişimle birlikte de diğer toplumsal ilişkiler değişime uğramıştır”1
İlk gen bankalarından birinin kurucusu olan genetikçi Nikolai Vavilov’a göre dünyada kültürü yapılan bitkilerin yabani akrabalarının doğal olarak yetiştiği sekiz merkezden ikisi Türkiye’de yer alıyor: Yakın Doğu Orijin Bölgesi ve Akdeniz Orijin Bölgesi. Vavilov diğer bir bilim insanı Zhukovski ile birlikte 1925-50 yılları arasında Türkiye’den topladığı 10 bini aşkın buğday materyali Sovyetler Birliği’nde yürütülen buğday ıslahı çalışmalarında kullanılmıştır.2
1940’larda kurulan ve 38 bin kadar bitki türüne ait 450 bin’e yakın örnek barındıran Amerikan Ulusal Genetik Kaynakları Koruma Merkezi veya farklı ülkelerde kurulan bankalarda, dünyanın her yerinden bedelsiz olarak gönderilen bitki gen kaynakları bulunmaktadır.
Yeşil Devrim sonrası 13’ü “gelişmekte olan ülkelerde” olmak üzere 16 merkezde kurulmuş olan Uluslararası Tarımsal Araştırma Merkezleri (IARC), bitkilerin gen materyallerinin toplanması ve bu gen bankalarına transferinde önemli rol oynar. Türkiye’nin de bileşenlerinden biri olduğu Yeni Bitki Çeşitlerinin Korunması Uluslararası Birliği (UPOV) transferlerin ve tohumların özel mülke ait kılınmasının hukuksal çerçevesini hazırlamıştır. “Yeni Bitki Çeşitlerinin Korunması Uluslararası Anlaşması”yla yapılan düzenlemeler 1961 yılında başlamış, 91’deki düzenlemeler ise tohum tekellerinin; çiftçilerin kendi tohumlarını kullanımlarını kısıtlamaya, yerel tohumları istedikleri biçimde devlet kuruluşlarına ait gen merkezlerinden alabilmelerini sağlamaya yaramıştır. “Örneğin, yasmin pirinci ‘jasmati’, basmati pirinci ise ‘texmati’ adıyla ABD’li Ricetec tekil sermayesince UPOV sözleşmesi üzerinden tescillenmiştir. O güne kadar hasatından ayırdığı tohum ile pirincini üreten tarımsal üreticiler, bu tekil sermayenin tohumlarını mülküne geçirdikleri iddiasıyla topraklarından edilebilmiştir. Hatta, Gıda Güvenliği Hareketi’nin (2013) aktarımına göre, Hindistan’da pirinç ekmekten başka bir geçim kaynakları olmayan çiftçiler, UPOV’un getirmiş olduğu yasal düzenekle adeta kendi ambarlarında sakladıkları tohumlarını yeniden satın alarak ekmek gibi bir çaresizlik ile karşı karşıya kalmışlardır.”3
“Hindistan’da Çhhattizgarh yönetiminin Bastar’da yaptığı ticari anlaşmaların yöre halkı tarafından itiraz görmeden hayata geçirilebilmesi için “Salva Judum” adlı yasadışı bir milis kuvveti kurulur. Bu örgüt “yakıp yıkarak, tecavüz ederek, öldürerek yüzlerce orman köyünden geçti; altı yüz köyü boşalttı, 50.000 kişiyi polis kamplarına sığınmaya, 350.000 kişiyi bölgeyi tamamen terke zorladı. Bakan, ormanlardan çıkmayı reddedenlerin “Maocu terörist” ilan edileceğini söyledi. Böylece modern Hindistan’in bazı bölgelerinde toprağı sürmek, tohum ekmek terörist faaliyet olarak görülmeye başlandı. (…) Biz Hindistan’da buna savaş demiyoruz. “İyi bir yatırım iklimi yaratmak” diyoruz. (…) Yüzlerce insan acımasız, antidemokratik yasalarla yargılanıp Maocu olma suçlamasıyla hapse kondu. (…) Yakın bir tarihte Bastarlı bir Adivasi okul öğretmeni olan Soni Sori tutuklandı ve gözaltında işkence gördü. Maocu olduğunu, onlara kuryelik ettiğini itiraf etmesi için vajinasına taşlar sokularak işkence edildi. Destek amaçlı protestolar sonucunda, gönderildiği Kalküta’daki bir hastanede bedenindeki taşlar çıkarıldı. Geçenlerde görülen Temyiz mahkemesi duruşmasında aktivistler yargıçlara plastik torbaya koydukları taşları gösterdiler. Bu çabalarının sonucunda elde ettikleri tek şey Soni Sori’nin hapiste kalması oldu.”4 |
Keza Türkiye Uluslararası Tarımsal Araştırma Danışma Grubu (Consultative Group on International Agricultural Research-CGIAR) sistemine katılmıştır. Bu sisteme göre yabancı bir araştırmacı ülkemizden istediği tohumdan örnek alabilmektedir.5
1960’lı yıllardan itibaren katılımcısı olduğumuz uluslararası birlikler ve anlaşmalarla kurumlar üzerinden tohum değiş tokuşu yapılagelmektedir. Dolayısıyla yerel tohum paylaşımlarını sakınarak yürütmeye çalışan kimi sivil inisiyatiflerin Türkiye’nin yükümlülüklerinin farkında olması gerekir. Kapalılık, umulanın aksine tohum şirketlerinin işine yarayacaktır. Devletin ellerinin birçok köylü/çiftçiye hala güven vâdedebildiğini ve yerel tohumların toplatıldığını görüyoruz. Bu ellerin Akbelen Ormanı’nda, Yırca’da olduğu gibi köylüleri geçiminden, toprağından etmek konusunda hiçbir tereddütü olmasa da.
Türkiye’deki ilk Tohum Gen Bankası ise 1974 yılında Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü’nde kurulduğu söylenebilir. İdeal koşullar altında bile her bir tohumun belli bir süre çimlenme yeteneklerini koruyabileceği düşünülürse bankalar yoluyla tohumları korumak çok maliyetli ve yetersiz bir çabadır. Tohumların doğal yetişme ortamlarında korunmaları, genetik çeşitlilik, adaptasyon ve değişime uğrama potansiyellerinin devamını sağlamak açısından çok önemlidir. Bunun da adresi gen bankaları değil; bahçelerdir. 1900’lerde yaşayan bir insanı Taksim Meydanı’na bıraktığınızda ne olur? Taksi çağırıp evine gitmesini mi beklersiniz? Bitkiler söz konusu olduğunda etkileşim içinde olan canlılardan bahsettiğimizi çoğu kez unutuyoruz.
Kamu kurumları bünyesinde yerel tohumları yenilemek için deneysel ekim alanları ayırmak da bu sorunu çözmeye yetmez. Tarımsal biyoçeşitliliğin korunabilmesinin tek yolu hâlihazırda uygun yerlerde bulunan ekim alanlarına sahip çiftçilere bu tohumların dağıtılması, ekimlerinin desteklenmesi, ürün için alım garantisi verilmesi ve tohumluklarını ayırma ve satmaları önündeki tüm engellerin kaldırılmasıdır. Eğer yerel tohumların sağlıklı olması isteniyorsa, çiftçinin verim kaybına uğraması gerçekten dert ediliyorsa Türkiye’de bitki çeşitlerinin ıslahı üzerine çalışan birçok kurum zamanında yapıldığı gibi olabilecek zararları önlemek için rol üstlenip çiftçiye yardımcı olabilir.
Doğrusu ne kadar iyi, donanımlı veya çok sayıda gen bankanızın olduğunun hiçbir önemi yoktur. Dünyanın en gelişmiş gen bankalarına sahip ülkelerden biri olan ABD lahana çeşitlerinin %95’ini, mısır çeşitlerinin %91’ini, bezelye çeşitlerinin %94’ünü, domates çeşitlerinin %81’ini kaybetmiştir.6 Sertifikalı, hibrit, GDY teşvik edildikçe de bu kayıp artacaktır.
Islah süreçlerinden hakkaniyetle yararlanamadığımız düşünülürse ideal bir tohum bankasının köylüye/çiftçiye hiçbir faydası yoktur. Ancak tarımsal biyoçeşitliliğin korunduğuna dair bir algı yaratmaya, yerel tohumlarla ilgili haklı tepkimizi bastırmaya yaramaktadırlar. Via Campesina Avrupa Koordinasyonu’nun ifade ettiği gibi “Her bir toprak parçası için, başta iklim değişikliği olmak üzere, giderek daha da hızlı biçimde yaşanmakta olan yetiştirme koşullarındaki değişime uyum sağlamak için gerekli olan şey, gen bankalarında değil, tohumlarını özenle seçen çiftçilerin tarlalarında bulunuyor.” (Via Campesina Avrupa’nın ITPGRFA ve UPOV’a ilişkin teklifi, 2018/Karasaban)
Sorun sadece biyoçeşitliliğin hiçe sayılması değildir; aynı zamanda geniş coğrafi alanlarda tek tip (monokültür) tarım yapmak ticari tohumların da giderek zayıflamasına yol açar. Bunun için “geçici çeşitlendirme” yöntemleri kullanılsa da, bu yöntemler ne ticari çeşitlerin ne yerel çeşitlerin ne yabani çeşitlerin üzerindeki baskıyı azaltmaya yetiyor. Sadece tarım yapma biçimimiz, risk altındaki türlerin %86’sını tehdit ediyor. (‘Gıda Sisteminin Biyoçeşitlilik Kaybı Üzerindeki Etkileri’ raporu, 2021. Chatham House) Raporda; son 50 yılda, doğal ekosistemlerin ekin üretimi veya mera için dönüştürülmesinin, habitat kaybının başlıca nedeni olduğu, yoğun tarımsal üretimin, toprağı ve ekosistemleri bozduğu, bu gidişatın talebe ayak uydurmak için daha da yoğun gıda üretimini zorunlu kıldığı belirtiliyor.
“Türkiye’de iki gen bankasında yerel çeşitler koruma altında tutuluyor. Bu bankalar önemli, fakat tohumların dış etkenlerden yalıtılmış bir şekilde muhafaza edilmesi gelecek için kaygı verici. Çünkü dışarıda hayat devam ediyor, iklim, hastalıklar, zararlılar değişiyor. Tohumlar ise bankaya konulduğu haliyle kalıyor. Halbuki çiftçi üretmeye devam ettiğinde tohum mutasyona uğruyor ve evrimi devam ediyor. Sonuçta, hibrit tohumları geliştirmek için bilim insanları ve tohum firmaları yerel tohumları kullanıyor. Çünkü tek gen kaynağı onlar. Yerel tohumları kaybedersek büyük şirketlere bağımlılık kaçınılmaz olacak.” 7 |
Araştırmalar kültür bitkilerindeki çeşitlilik kaybının en çok nerelerde meydana gelme olasılığının yüksek olduğunu ve hangi değişikliklerin önemli çeşitlilik kayıplarına neden olabileceğini belirliyor; tarım nüfusunun göçü, toprak ve emeğin ticarileşmesi gibi demografik değişimlerin yaşandığı yerler, iklim değişikliğinin en şiddetli olduğu yerler, savaş ve çatışmalardan etkilenenler, kamu ıslah kurumlarını kaybetmiş veya bu kurumları işlevsizleşmiş olanlar, gen bankası/yerinde koruma gibi faaliyetlerin istikrarlı bir finansman ve yeterli altyapıya sahip olmadığı yerler ve tohum şirketlerinin birleşmesi/tekelleşmesinin yaşandığı yerler. Ne yazık ki Türkiye’nin koşulları bu ölçütlerin birçoğuyla eşleşiyor veye eşleşmek üzere.
Açları doyurmak ve tohumların geleceği
Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) kavramı tohum için de kullanılıyor olsa da, gıdalarımız üzerindeki etkisi genetiği değiştirilmiş yiyecekler (GDY) başlığı altında sınıflandırılıyor. Şimdilik GDY’in Türkiye’de ekimi yasalarca engelleniyor, ancak 39 hayvan yeminde kullanımı serbest (13 soya çeşidi, üç enzim ve 23 mısır çeşidi).8 Tarım alanları ve bitkiler en azından görünürde GDY’den korunuyor olsa da, hayvan ve insan sağlığına etkileri konusunda savunmasız durumdayız. Dahası “açları doyurmak” oyununun son sahnesinde GDY’in başrolü kapmaması imkânsız görünüyor.
GDY’ler kültürel ve genetik mirasımızın piyasalaşmasının son aşamasını temsil ediyor. Hibrit tohumlarda bile en az 5-6 sene çalışmayı göze alabilecek bir firma benzer niteliklere sahip bir ürün geliştirme şansına sahipken, GDY yüksek teknoloji ürünü, sahibi olduğu şirketler dışında kimsenin kullanması ve/veya geliştirmesi mümkün olmayan, yeniden ekimleri ücretlendirilen tohumlardır. Tıpkı SARS-COV2 için üretilen aşılarda olduğu gibi patent yasalarıyla korunurlar.9 Örneğin Monsanto “patent ihlâli nedeniyle 2005’ten bu yana üreticiler aleyhine doksan dava”10 açabilmiştir. Bu hâlleriyle köylünün/çiftçinin katılımını saf dışı bırakan, bugüne kadar maruz kaldıkları zararların müsebbibi endüstriyel tarım koşullarının katmerlenmesidir.
GDY tarımı çok daha büyük alanlarda tek tip üretime sebep olduğu, üretim süreci daha fazla tarımsal girdi (makine, yapay gübre, tarım zehirleri, sulama vb.) gerektirdiği için büyük sermayenin küçük çiftçiliği yok etmesi anlamına gelecektir. Bu da kalan tarım topraklarının daha hızlı bir şekilde büyük sermayeye devri, köylü/çiftçilerin mülksüzleşerek kent yoksullarına katılması demektir.
Kültür bitkilerinin yaşayacağı bulaşıklık sorunu tarımsal biyoçeşitlilik kaybını hızlandıracak, birçok yerel tohum ve bitki/hayvan türü yok olacaktır; “Fikri mülkiyet haklarıyla korunan ürünlerin saldırganca pazarlanması, aynı türden ekinlerin ve çiftlik hayvanlarının dünyanın dört bir köşesine yayılmasına ve yüzlerce yerel ekin ve hayvan türünün yerinden edilmesine neden olabilir. Tek-kültürler, çeşitliliğini, dolayısıyla da asalaklara, hastalıklara ve çevre baskılarına karşı dirençlerini kaybetmiş, tehlikeli bir biçimde istikrarsız ekosistemlerdir”11
GDY bilimle teknolojinin buluşması gibi görülse ve lanse edilse de, teknolojinin savunucuları bu bilime ve teknolojiye sahip olmayan bir nesil önceki meslektaşlarıyla temelde aynı şeyi söylemektedirler. Eski bilimciler de hibrit tohumların “kaçınılmaz ve kutlu son” olduğunu müjdelemişti. Hatta Monsanto da aynı şeyi söylüyordu, “Önümüzdeki birkaç on yıl içinde, çiftçilerin geçen 10000 yıl boyunca ürettiklerinin toplamından daha fazla gıda üretmesi gerekecektir.”12 (Monsanto’nun yeni adı: Bayer.) Hep daha fazla, hep daha beyaz.
1995 yılından itibaren Hindistan’da çoğunluğu “pamuk kuşağı” adı verilen ve pamuk üretimi yapan çiftçiler arasından olmak üzere 300 bin çiftçi intihar eder. Pamuk tohumlarının %95’i Monsanto’nun elindedir ve tohum fiyatının büyük bir bölümünü Monsanto’nun telif ücreti oluşturur. Vandana Shiva sorar; “Telif mi? Tohum için mi? Tohumu onlar mı icat etmişler?”13 https://www.youtube.com/watch?v=mdpFI_veT64&t=396s |
Hibrit veya GDY tartışmalarında baskın iki eğilimden bahsetmek mümkün; biri nüfus artışıyla birlikte gıdaya olan ihtiyacımızın katlanacağı ve benzeri aciliyet tonu taşıyan söylemlerle katardan ayrılmamamız gerektiğini öğütlerken diğeri Türkiye’de sadece GDY de değil hemen bütün konularda olduğu gibi “ilerleme, kalkınma, gelişme” düsturlarına yeri geldiğinde feda edilmesi gereken doğal zenginliklerin, kültürel mirasların hesabını tutar.
Bugün üretilen gıdanın %40’ının çöpü boyladığı bir dünyada, üretimi arttırarak açlıkla baş edilebileceğini iddia etmek hamasi bir rahatlıktan başka bir anlama gelmiyor. Tarım ve hayvancılık politikalarındaki dünyanın kaynaklarını, rezervlerini heba etmemize sebep olan yeşil devrim, hibrit tohumlar veya gdy hep “açlığı önleme” misyonuyla önümüze serildi, seriliyor. Chatham House’dan Tim Benton’a kulak verirsek; “Politikacılar, gezegen veya insan sağlığı açısından ne kadar zehirli olursa olsun, ‘benim işim hâlâ gıdayı sizin için daha ucuz hale getirmek’ diyor, (…) Yoksullar adına gıda sistemini sübvanse etmemiz gerekip gerekmediğini tartışmayı bırakmalı ve bunun yerine yoksulları yoksulluktan kurtararak onlarla ilgilenmeliyiz.”
Yani politikalar hâlâ yoksulların karnını doyurmak üzerinden tartışılıyor. Yoksulları düşündükleri için değil, sadece kendilerini düşündükleri için dünyayı zehirleyebiliyorlar. Çünkü bu zehirle yüzleşecek olanlar da yoksullar. Her açları doyurma vaadinin yeni açlar yaratmak üzerine kurulu olduğunu gördük, hatta yaşadık oysa. İşin tuhafı ödediğimiz bunca faturadan sonra “tarım toplumu olmak” bir ideale dönüşecek gibi görünüyor. Doymamızı umursamayacak kadar şefkatli bir iktidara denk gelirsek gayet olası da.
Not: 10 bölümden oluşan bu yazı “100 Sene 100 Nesne” adını taşıyan dijital ansiklopedi için üretilmiş, yazının özeti ansiklopedide yer almıştır.
Görsel: Arundhati Roy’un bahsettiği Bastarlı, Adivasi okul öğretmeni Soni Sori. Kaynak: wikimedia.org, Sori hapishaneden çıktıktan sonra da saldırıya uğradı. “Soni Sori: India’s fearless tribal activist”, Divya Arya, 2019, https://www.bbc.com/news/world-asia-india-35811608
KAYNAKÇA
1 “Tohumlar: Metalardan Paylaşılanlara”, Guido Ruivenkamp, Çeviren: Murat Öztürk, 2015, https://doczz.biz.tr/doc/63054/tohumlar–metalardan-payla%C5%9F%C4%B1lanlara–guido-ruivenkamp
2 WWF Türkiye ve Eti Burçak işbirliğiyle hazırlanan “Türkiye’nin Buğday Atlası”, 2016, https://wwftr.awsassets.panda.org/downloads/turkiye_nin_buday_atlas_web.pdf?6140/turkiyeninbugdayatlasi
3 “Tohumların Metalaşma Biçimleri: Teorik Bir Çerçeve”, Özcan Evrensel, 2017, https://bit.ly/3tv5hoj
4 “Kapitalizm: Bir Hayalet Hikayesi”, Arundhati Roy, Çevirmen: Çiçek Öztek, Sel Yayıncılık, 2015
5 “Tohum Takas Şenlikleri Ve Tarımsal Biyoçeşitlilik”, Prof. Dr. Tayfun Özkaya, Apelasyon, Sayı:42. Mayıs 2017, https://apelasyon.com/yazi/42/tohum-takas-senlikleri-ve-tarimsal-biyocesitlilik
6 “Sürdürülebilir Tarım ve Çiftçi Hakları Açısından Türkiye’de Tohumluk Sorunu”, Prof. Dr Tayfun Özkaya, XI. Ulusal Tarım Ekonomisi Kongresi 3-5 Eylül 2014, Samsun
7 Tarım ekonomisti Dr. Zerrin Çelik, https://birartibir.org/tohumun-emanetcileri
8 Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesindeki denetleme kurulu kaldırıldı, (2022). https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/tarim-ve-orman-bakanligi-bunyesindeki-denetleme-kurulu-kaldirildi-1898546
9 Özellikle bu konuyla ilgili olan yasa, anlaşma ve platformlar; Bitki Patent Yasası (The Plant Patent Act), Bitki Çeşitliliğinin Korunması Yasası (The Plant Variety Protection Act), Yeni Bitki Çeşitlerini Koruma Uluslararası Birliği (Union for the Protection of New Varieties of Plants), Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması (TRIPs)
10 “Yeraltındaki Tohum”, Janisse Ray, Çeviren: Müge Karan, Modus Kitap, 2015, Aktaran Özcan Evrensel
11 “Kırsal Alanda Uluslararası Antlaşmalar ve Kurumsal Değişim”, Maya Arıkanlı, Besime Şen, Derleyen Hürriyet Öğdül, Aktaran: Özcan Evrensel https://kirsalplanlamavetasarim.files.wordpress.com/2015/10/kirsal_alan_kitap.pdf,
12 Aktaran; Özcan Evrensel. Monsanto ve Bayer birleştiği için verilen kaynağa ulaşılamıyor.
13 https://seedfreedom.info/tr/campaign/tohum-oezguerluegue-eylem-cagrisi-2016/
Meraklısı için bağlantılar
Ağaç Diken Adam/The Man Who Planted Trees : https://vimeo.com/106017870
Tohum: Anlatılmayan Öykü: https://www.youtube.com/watch?v=gBc8y2S7oJw
Acı Tohumlar (Bitter Seeds): https://en.wikipedia.org/wiki/Bitter_Seeds
Özgürlük Tohumları: https://www.youtube.com/watch?v=H1beWzWvO0c