Tohumların hamisi (1)

Başlangıç

Tohum başlangıç, son, potansiyel, mümkün, döngü, taslaktır. Tarım tarihi aynı zamanda kimi bitkilere bağımlılık geliştirdiğimiz binyılların tarihidir. Bu hâliyle bir kültür bitkisinin meyvesi olarak karnımızın doyacağının garantisidir, tohum. Meyvelerini geliştirmeden önce sporlarıyla çoğalan bitkilerin evrimsel gelişimi az çok değişikle birçok canlının kullandığı farklı üreme yollarına dönüşür. Nice zar atmalarla ortaya çıkan başarılı bir buluşun bir kez hayata geçmesi yeter. Tohum dediğimiz yapı döllenmiş bir yumurtadır. Gelişme dönemi boyunca da bir göbek bağıyla bitkiye bağlıdır. Olgunlaşıp bitkiden ayrıldığında ise artık yeni bir bitki oluşturabilecek yeteneklere sahiptir. Sanki tohum kelimesinin kökeni de insanlarla bitkiler arasındaki bu kader ortaklığına işaret etmektedir. Bir kişinin soyundan gelenler, aile, aşiret anlamları taşır, tohum. Bu anlam yükü çeşitli yörelerde “ tohumkavut/tohumgavut” veya “tohumdavarı” adlarıyla da bilinen çeyiz sandığı hazırlama geleneğinde de sürdürülür.1 Hatta tarla kelimesinin kökeni de tohuma yaslar sırtını. Eski Türkçe “tarıġla”, “ekin ekmek, tohum saçmak” fiilinden türetilmiştir. 2

350 milyon yıl önce Karbonifer dönemde yaşayan bitkiler, embriyolarını bir kabın içinde saklamaya başladığında o güne kadar yaşadıkları alanlardan çok daha geniş alanlarda yaşama olanağına sahip oldular. Artık doğal süreçlerle (rüzgâr, yağmur, nehir, hayvanlar vb.) taşınıp uygun koşullarda uyanabilirlerdi. Kimi bitkiler de tohumlarını sulu, lezzetli yapılar içinde büyüttüler. Meyve dedik onlara. Bu meyveler hayvanları besledi ve onların da yaşamlarını kolaylaştırdı, besinlerini çeşitlendirdi, tıpkı bitkilerde olduğu gibi yaşam alanlarını genişletti. Ve hayvanlar da tohumların taşıyıcısı hâline geldiler. Hatta kimileri bitkilerle özelleşmiş ilişkiler geliştirdi. Karşılıklı evrimle birbirlerinin hamisi olmaya soyundular.

Birçok canlı ekicilik faaliyeti yürütür. Meyvelerini yedikleri ağaçların tohumlarını dışkılarıyla gidebildikleri her yere ekerler. Bazı tohumların hayvanlara özel besin depoları vardır. Hayvanlar bu besin deposunu yerken tohumu yuvasına veya yetişebileceği uygun yerlere taşır. Kimi tohumlar hayvanların tüylerine yapışmalarını sağlayan kancalı, dikenimsi yapılar geliştirmiştir. Cırt cırt bantların mucidi de bu bitkilerin tohum yapısından ilham alır. Bazı tohumlar müsilaj içerir ve bu yeteneğiyle hayvanlara kendini taşıtır. Biteviye çoğaltabileceğimiz örnekler bize tohumların yayılmak için olağanüstü yöntemler geliştirebildiğini gösteriyor.

Bu hayvanlardan biri olan insan da sevdiği tohumların taşıyıcısı olur. Yaşadığı, beslendiği yerlerde yediği bitkilerin çoğalmasını, coğrafyanın bir ucundan diğerine yolculuk edebilmesini sağlar, soylarını sürdürebilmelerine yardımcı olur. Ancak tüm canlıların dahil olduğu bu faaliyetler “tarım” adıyla karşılanmaz. Hayvanların ilişkileri genelde sınırlı sayıda bitki türüyle kurulan, karşılıklı evrimin yarattığı ilişkiler olarak düşünülür. İnsanın bitkilerle ilişkisi ise belli bir yerde ve zamanda düzenli olarak kurulması, birçok bitki türünü kapsaması ve kültür yaratmasıyla farklılaşır. Aslına bakarsanız bu fark büyütülecek kadar fazla da değildir. Araştırmalar, gorillerin 30 bitkiden oluşmuş bir Materia Medica‘ya3 sahip olduğunu, maymun ve primatların kürklerini Citrus, Clematis, Piper türleriyle ovaladıklarını, bazı kuş türlerinin odun kömürünün antibakteriyel özelliğinden yararlanmak amacıyla yuvasına odun kömürü taşıdıklarını gösteriyor. Üstelik bu kullanımlar örneğin şehirde veya şehre yakın yaşayan hayvanlarda, şehrin sunduğu yeni materyallerle değişiyor, çeşitleniyor.4

Bir kültürün bitkileri ve tohumları

Tarım uğraşımız, çoğu zaman tarif edildiği gibi bir aydınlanma anının eseri değil; bitkiler hakkında biriktirdiğimiz bilgilerin olgunlaşıp meyve vermesinin ürünüdür. Tarım yapmaya başladığımız son 10-12 bin yıla gelmeden çok önce Homo türlerinin dünya bahçesinde gezindiğini hatırlayalım. Tohumla ilgili bilgi, bitkilerle ilgili bilgi demektir ve hayatta kalabilmek için bu bilgileri insanlaşma tarihimiz boyunca biriktirmek zorundaydık.

Bitkilerle ilgili bilgilerimiz yazıya geçirilmeden önce sözlü/sesli ifadelerin ürünüydü. Göçebe topluluklar her yıl arkalarında bıraktıkları alana besledikleri hayvanlar ve kendileri için tohum bırakmış, döndüklerinde tohumların yeşerdiğini görmüşlerdir. Göçebeliğin mantığı da budur; bitki örtüsünün yenilenmesine zaman tanımak için yaşanılan alanı bir süreliğine terk etmek, sonra aynı alana yeniden dönmek. İlk tahıl tohumunun bundan yaklaşık 9500 yıl önce evcilleştirildiğini düşünürsek bu tarihten çok daha öncesine dayanan bir ön-tarım birikimimizin olması gerekiyordu.

Tarım, ilk yerleşimler çevresindeki bitek topraklarda fazla çaba harcamadan devam ettirilebilen bir uğraşken, alanların sınırlı olması; ormandan/ sulak arazilerden yer açılması ve daha büyük alanların tarıma ayrılması demekti. Her sene aynı toprağa ekim yapmak toprağı beslemeye, toprağı besleme ihtiyacı ise insanın hayvanlarla kurduğu ilişkinin tıpkı toprakla kurduğu ilişki gibi biçim değiştirmesine, çeşitlenmesine yol açtı.

Bunlarla birlikte tarım uğraşını mümkün kılan en önemli sebeplerden biri Dünya’nın, yarın havanın nasıl olabileceğini tahmin edebilme kudretini bize vermiş olması, yani Holosen çağıdır. İnsanlar, Dünya ısınıp, hava durumu tahmin edilebilecek kadar tutarlı hâle gelmeden önce de tarım denemeleri yapmış olabilir. Ancak bu denemelere tutarlılık kazandıracak bir iklime sahip değildik. İnsan, iklimin de elvermesiyle yüzyıllardır biriktiği bilgiyi uygulayabilecek tüm koşullara kavuşmuştu artık. Hatta bu tutarlılıkta bile kesintiler olmuş olabileceği, kısa bir buzul döneminin (Genç Dryas dönemi) küçük yerleşik toplulukların birçoğunu tekrar göçmeye zorladığı düşünülüyor.5 Ayrıca yerleşiklikten göçebeliğe dönüş, kıtlık, doğal felaketler, savaş vb gibi sebeplerle de sürdürüldü.

Tarım, mülkiyetin doğuşunun vesilesi olarak görülür çoğu kez. Ancak tarımdan önce başlayan ritüeller, lider etrafında toplanmaya başlama, tarımla birlikte mülkiyetin doğuşuna da kaynaklık etmiştir. Mülkiyetin iktidarla ilişkisi, tarımla olduğundan daha açıktır. Avcı-toplayıcı olarak yaşamına devam eden topluluklar olduğu gibi, Çatalhöyük kazılarıyla ortaya çıkan, yerleşik oldukları ve tarım yaptıkları halde hiyerarşik ilişkiler kurmayan topluluklar da vardı. Üstelik “tarım yapmaya başlamadan önce insanlar yoksunluk içinde yaşıyordu” gibi kaynağı tartışılır görüşler de geçerliliğini yitirmiştir. Örneğin Sahlins ,Richard Lee’nin, Buşmanlarla ilgili hazırladığı iki rapora dayanarak şu bilgileri verir; “Görünürdeki anlamıyla değerlendirirsek Buşmanların yiyecek toplayıcılığı, II. Dünya Savaşı’na kadar olan dönemdeki Fransız çiftçiliğinden daha verimlidir.” Buşmanların tarımcılık yapan komşuları da, kuraklık dönemlerinde ve açlık tehlikesi altında olduklarında avcı-toplayıcılığa dönmüşlerdir.

Yani tarım sadece “verimlilik” düşünüldüğünde dahi tek seçenek değildi. Ancak inançların çevresinde örgütlenerek, giderek merkezileşen hayat tarımı bir zorunluluk haline getirmişti.”Göbeklitepe” bize; avcı-toplayıcı insan toplulukları tarafından tarımsal üretime geçilmiş olabileceğine dair ipuçları sunarak bugüne kadar bilinenleri sarstı. Aslında Jaques Cauvin 1994’te yayınlanan “Naissance des divinités, Naissance de l’agriculture” adlı kitabında avcı-toplayıcılarda inancın ortaya çıkışının tarımı nasıl öncelediğini anlatmıştı. Ama Göbeklitepe’ye kadar bu ve benzeri düşünceler şüpheyle karşılanıyordu.

Tarım, iklime, mevsimlere bağlı ve çoğu kez de medeniyet dediğimiz yapılar bütününün bel bağlayamayacağı kadar değişken sonuçlar üretebilen bir uğraştır. Sanayileşme dönemine kadar tarımdan elde edilebilen ticari ürün fazlası çok düşük ve değişkendi. Örneğin kuraklıklar veya salgınlar sebebiyle verim kaybı yaşanması kıtlıklara sebep olabiliyordu. Avrupa’da bile ancak sanayileşme döneminde toplam üretimin yarısından fazlası ticari ürün olarak yetiştirilebilmişti. Dolayısıyla uzunca bir süre geçimlik bir faaliyet olarak kaldı ve eğer koşullar uygunsa toplayıcılıkla birlikte yürütüldü. Türkiye’de ise toprak paylaşımındaki adaletsizlikler ve çeşitli sebeplerle tarım topraklarının parçalı olması zaten çoğunlukla geçimlik tarım yapılmasına sebep oluyordu ve hâlâ öyledir. Görece derli toplu bir toplayıcılık bilgisini bugüne kadar getirebilmiş olmamızı da buna borçlu olmalıyız.

Yabani yulaf tohumuna ellerimin bütün gücüyle asılıp kabuğundan kopardım, sonra bir tane daha, bir tane daha, bir tane daha, bir tane daha topladım, sonra pirelerin ısırdığı yerlerimi kaşıdım, Oob komik bir şey anlattı, derken dereye gidip bir su içtik, biraz da kertenkeleleri seyrettik, sonra oralarda biraz daha yulaf görmeyeyim mi… diye devam eden bir macerayı şöyle gerçekten sürükleyici bir hikâye hâline getirmek hiç kolay değil. Mızrağımı o kıllı, devasa gövdeye sapladım; o sırada canavar Oob’u kocaman dişlerinden birine geçirmiş havada savuruyor, Oob avaz avaz haykırarak kıvranıyor, kanı kıpkızıl yağmur gibi üstümüze boşanıyordu, neyse ki şaşmaz okumla mamutu tam gözünden vurdum, beyni dağılınca hayvan devrildi, Boob da onun altında kalıp un ufak oldu… gibi bir anlatıyla karşılaştırılamaz, klasmana bile girmez.

Bu ikinci hikâyede yalnız Eylem değil, bir de Kahraman var. Kahramanlar güçlüdür. Siz neye uğradığınızı anlamadan, bir de bakarsınız ki yabani yulaf çayırındaki adamlar ve kadınlar, onların çocukları, yapıcıların el becerisi, düşünenlerin düşünceleri ve şarkıcıların şarkıları o örgüye eklenmiş, hepsi kahramanın öyküsünde göreve koşulmuş. Ama hikâye onların değil, kahramanın hikâyesi.6

Göçebelik toplayıcılıkla birlikte insanlara bir tarlaya, belli bir ürüne bel bağlamama şansı tanıyordu. Yaşanılan bölgelere göre yiyecek temini daha bol ve çeşitliydi. Ancak bir yere yerleşince menünüzü yaşadığınız yerin kaynaklarıyla sınırlamak zorundasınızdır, bu da ister istemez Oob komik hikâyeler anlatırken topladığınız yabani yulaf tohumlarının her sene daha iri, daha dayanıklı, daha bol meyve veren bitkiler yetiştirmek üzere bir seçilime tabii tutulmasını zorunlu kılar. Tıpkı hayvanların yem yiyebilen, daha fazla süt verebilen, daha dayanıklı olanlarının seçilime uğraması gibi. İnsanın yabanisinin de terbiye edilmesi, Gılgamış’ın Enkidu’nun ehlileştirilmesini buyurması gibi.

Gılgamış destanın yeni bulunmuş tabletlerini yorumlayan Sophus Helle’ye göre; “Babilliler için ‘insanlık’, toplum aracılığıyla tanımlanıyordu. ‘İnsan olmak’ açık biçimde bir toplumsal ilişki hâliydi. Üstelik herhangi bir toplum değil, sizi ‘gerçek bir insan’ yapan şey şehirlerdeki sosyal hayattı. Babil kültürü tam anlamıyla bir kent kültürüydü. Uruk, Babil veya Ur gibi şehirler, medeniyetin yapı taşlarıydı ve şehir surlarının dışındaki dünya, tehlikeli ve kültürden yoksun bir toprak parçası olarak görülüyordu.”7

Şehirlinin “vahşi içgüdülerle” baş etme yöntemi onu evcilleştirmekken, avcı topluluklar için sorun bu vahşiliği hayvanlarla paylaşmaktı” der, Campbell. Bunun için hem tehlike hem de beslenme kaynağı olan hayvanlarla ritüelleri aracılığıyla özdeşleştiler. Bu özdeşleşme bizim bilincimizde de hâlâ yeri olan yarı insan yarı hayvan figürleri yarattı. “Hayvanlar insanların yetiştiricileri oldular. Tam anlamıyla taklit eylemleri aracılığıyla -bugün ancak çocukların oyun alanlarında (ya da akıl hastanesinde görüldüğü gibi)- insan egosunun etkili bir sönümü gerçekleştirildi ve toplum birleştirici bir örgütlenmeye ulaştı.”8 Aynı şekilde bitkilerle beslenen kabileler de, bitkilere bağlandı. Rahme düşmek, doğum, yetişkinlik ve yaşlılık; ekme ve biçme ritüelleriyle özdeşleşti.

“Sözcüklerim
Yeryüzü olduğu gün
Bir dost oldum buğday saplarına.”9


Sonraki yazı

Not: 10 bölümden oluşan bu yazı “100 Sene 100 Nesne” adını taşıyan dijital ansiklopedi için üretilmiş, yazının özeti ansiklopedide yer almıştır.

KAYNAKÇA

1 “Unutulmaya Yüz Tutan Düğün Geleneklerimizden “Tohumkavut”un İşlevi, Anlamı ve Kökeni Hakkında”, Dr. Muharrem ÖÇALAN, 2005. https://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/muharrem_ocalan_tohum.pdf
2 https://www.nisanyansozluk.com
3 Antik çağın en önemli farmasötik kitapları arasında kabul edilen, Pedanius Dioscorides’in yazdığı eser; De Materia Medica; https://yaziyaban.com/pisi-pisi-otu-ve-guzel/
4 “Pisi pisi otu ve Güzel, https://yaziyaban.com/pisi-pisi-otu-ve-guzel/
5 “İnsan Vücudunun Öyküsü”, Daniel E. Lieberman, Çeviren Prof. Dr. Raşit Bilgin, Say Yayıncılık, 2015
6 “Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar” Ursula K. LeGuin, Çuval kuramı ve Kurgu yazısından, Derleyen Bülent Somay, Müge Gürsoy Sökmen, Metis Yayınları, 2000
7 “Gerçek Bir İnsan”, https://yaziyaban.com/gercek-bir-insan
8 Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Joseph Campbell, çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayıncılık, 2013.
9 Mahmud Derviş, “İlahi” şiirinden.

Yukarıya kaydır
%d blogcu bunu beğendi: