konuşan bir kağıt

Bir yerde doğmuş olmakla hazır bulduğumuz bilgiler var. Örgün eğitim yaygınlaşsa bile şehire 30 kilometre mesafede bir dağ başında yaşıyor olmak kayda geçirilmemiş bu hikâyelerin ortasına düşmek demek. Hemen her insanın olduğu gibi her köylünün de evine kurulan televizyon, evinin önünden geçen asfalt, artık metal direklerle taşınan elektrik, şehir dolmuşları ve şehirden villa tipi sızıntılar olmasına rağmen bu böyle. Bir fosil gibi elimde tutuyorum o hikâyeleri, ki hikâye fosilleri.

Ağacın selülozundan kağıt yapıp onu konuşturmayı akıl etmeden önce de türlü çeşit dürtüyle bir şeyleri yazıya, resime geçirip durduk. Kil tabletlere, taşa, yaprağa. Kil tabletlerden okuduğumuz hayatlar da hâlâ yanıbaşımızda. Onlardan birinde, Sümerli öğretmen, şair ve yazar olan Ludingirra şöyle diyordu; “Birgün aklıma geldi. Ben bir yazar olduğuma göre; ulusumuzun bulduklarını, başardıklarını, geçmişini, geleneklerimizi yazmaya karar verdim. Böylece herkese ulaşacağını umut ediyorum.Bizim uygarlığımız belki binlerce yıl sonra yaşayan insanlara da geçecek “*

Ludingirra, yanıbaşımda bitiverip de bir takım tuşlara basarak şu ekrana takada tukada yazdığımı görse ne düşünürdü acaba? Koyduğu taşın üstüne ne taşlar konmuş olduğunu görse? İlkellerin uygarlıklarını ellerinden almasından yakındığına göre “uygarlığın” kazandığını mı düşünürdü? Onun ilkellerinin “Ne yazıdan, ne tarımdan, ne sanattan, ne dinden, ne okuldan, ne attan, ne arabadan, ne aydan, ne yıldan” haberleri varmış. Haberli olmak o zaman da önemli bir şeymiş demek ki. Habersiz hayatlar kendi kuytularında akarken; suları bir baraj duvarının arkasına tıkılmadan evvel, her dağın, her kayanın oyuğunda biten, olduğu yerde ağır, olduğu yerde habersiz hayatlar.

İnsanlar da istirahat etmek istiyordu belki de yeryüzünde. Hâlâ rüzgârın ve güneşin buyruğuna göre bir istirahatgah yeri burası, bir yerden bakınca. Durup duran, o oldukları yerde ağır hayatların hikâyelerini, kelimelerini, kendi toplumumun hikâyesi olarak bazen, bazen de başka bir dünyadan sesler olarak kayda geçiriyorum. Ki nasıl istirahat edilir, bir hayat başka nasıl düzülür, haberimiz olsun, olur da o yerden bakarsak. Boşluklu hikâyeler bunlar, o boşlukların etrafı öyle sık örülü ki, hikâyeyi bilmek boşluğu da tanımaya yarıyor.

Kurt hayvanına “canavar” diyorlar da böylelikle başka bir hayvana dönüşüyor kurt. Canavar, standtartlaştırılmış dilde masalları çağırsa da burada sadece kurt hayvanı. Ama bu dile teşne akıl en korkunç hayvanın “canavar” olduğunu düşlüyor. Oysa artık elini eteğini bu dağdan çekmiş “ayı” olsa gerek hayvanların en canavarı. Burada sürek ormanın ve hayatların ayılı halini düşlemek kalıyor geriye.

Bir dönemeçlerinin adı “Cingeyli” Rivayete göre istemediği biriyle evlendirilen güzel mi güzel bir yörük kızı zamansız ölünce, mezarını, tüy gibi hafif olduğu topraklara kurmuşlar. Beğenmemiş de taşınıp bir tavşan kılığında kendi topraklarına göçmüş. Öldürülemez ama görünür bir tavşan olarak dolanırmış Cingeyli’de.

Defneye (Laurus nobilis) teynel diyorlar. Ekmekleri. Yazın gögü altında toplayıp kuruttukları yapraklarıyla, bu geçimi kıt toprakların üzerinde yaşayıp, sofralarını kuruyorlar. Yeni gelmiş bir bebeğe “defne” adının verildiğini duyunca anlamını soruyor, dedesi. “Teynel, dede, teynel” cevabını alınca da “çocuğa “teynel” adı verilir miymiş” diyor. Onun dünyasında teynelin defneye tercümesi yok.

Rezene diye bilinen ota “meletüre” diyorlar. Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü’nde kaydı olan kelimeler bu ikisi. Ağız’ın tarifini ; “Aynı dil içinde ses, şekil, söz dizimi ve anlamca farklılıklar gösterebilen, belli yerleşim bölgelerine veya sınıflara özgü olan konuşma dili” olarak vermiş TDK. Aynı değil ağızlarımız. Bir boşluğun dudakları çevreleyen bölümüne ağız diyoruz ya, boşluklarımız da aynı değil. Bu boşlukların aynı olmayışına değer veren bir hayat düşlemek kalıyor geriye. Veya biçim verecekse bu boşluğa sadece rüzgâr ve güneş biçim versin. Biçim veren zor gücü olunca barajlarını yıkmak için bekleşen sular gibi yaşarız. Hangi duvar yıkılmamış ki? Gördüm ki ağaçlar duruyordu yıkılmış duvarların önünde, Ludingirra’nın yıkılmış duvarlarına komşu.

Buranın meletüresi, öte yanın rezenesi, bir diğerinin bokluk otu, berikinin şumrası yani Foeniculum vulgare, bir güzel ot, maydanozgillerin olduğu yerde ağırı. Anlatılan odur ki, Prometheus, tanrılardan çaldığı ateşi bir rezene kökü içinde getirir. Bu söylence Rezene’ye yakıştırılmış bir diğer ad olan maraton (Maratuwo) adıyla ateşi besler.

Yiyenin tekrar arayacağı bir kapıdan, şumra adıyla Antakya’nın Külçe hamuruna girer.

Ege, Akdeniz, Marmara, İç Anadolu’yu dolanır, yaprakları, dalları, meyveleri yemeklere katılır. Toprak üstü bölümlerinin tümü kavurarak veya haşlanarak yenir. Üzerine yumurta kırılır, yanına başka otları alır (ıspanak, pancar, marul, ebegümeci) böreklere iç olur. Ege’de baklayla kurduğu birliktelik dillere bayramdır. Meyveleri kavrularak buğdaya eşlik eder. Bir de yaprakları tazecikken turşusu kurulur ki, en güzel ot turşularından biridir.

Halk hekimliğinde apse, bronşit, cinsel güçsüzlük,  göz kızarıklığı ve yorgunluğu, öksürük, ses kısıklığı, sindirim bozukluğu, yatıştırıcı, ishal, yağlanma ve yorgunluk için kullanılır. Aynı zamanda iyi bir arı bitkisidir ve rezene balının da şifalarından yararlanırız. Dioskorides’in, rezene tohumlarının süt salgısını artıracağı bilgisi buralara kadar gelmiştir. Acaba ona nereleri dolaşarak geldi bu bilgi, taş taş üstüne.

Sebze olarak kullanılmak üzere kökü için yetiştirilen Rezene türü, yaban rezenesinin bir varyetesidir. (Foeniculum vulgare var. Azoricum) Bu varyetenin tohumundan çay yapılmadığı bilgisi verilmekte.

Özellikle kireçli toprağı seven bir bitkidir. İki yıllık hayatı süresince döktüğü tohumlardan kendiliğinden çimleniverir. Sonbaharda toplanan tohumlar bahçeye saçılır ve kafasına esenin tutmasını beklenir, uyu veya doğ diyen boşluğun hükmünde. Derin köklüdür, saksılara sığmaz. Ama baktı ki yeri dar hemen tohuma durur yine yeşerir.

* “Sumerli Ludingirra”, Muazzez İlmiye Çığ, Kaynak Yayınları (Ludingirra, yazdığı tabletlerde kendi adını kullanan 3 Sümer şairinden biri. Muazzez İlmiye Çığ tarafından kitap geçmişe dönük bilim-kurgu olarak adlandırılıyor. )
Kaynak; Oktay Mete, “Şifalı Bitkiler Ansiklopedisi”

Yukarıya kaydır