tohumların uyanışı

Bir tohumun patlamasını beklemek, her gün toprağı kolaçan etmek, neredesin diye sormak. Ektiğinle birlikte doğmaya karar vermiş olan yaban otlarından onu ayırt etmek, tanımak. Görünce de özlediğin bir arkadaşına sarılır gibi sarılmak. Bu karşılaşma anında o minicik yaprakların kımıldayıp belki bir milim daha büyüdüklerini hissediyorum. Sevildiğini, yolunun gözlendiğini bilmenin dikliğini ediniyorlar.

Sırasıyla; Misk Adaçayı (Salvia sclarea), alıç (Crataegus monogyna), arapkızı elması, menengiç (Pistacia terebinthus)


Tek ekici insan mı? İşte düştüğü yerde tohumunu patlatmış bir kermes meşesi (Quercus coccifera) Bu ilk yaprakların kırmızılığı…

Meşe tohumları öyledir ki çok kısa bir sürede nemini kaybeder, çimlenme yeteneğini de. Onları tazeyken ekmeli, kurumadan içi. Biliyor bunu, ekmiş kendini.


Mersin tohumunun biri kanatlanmış diğeri tohumunu atmamış daha. Biraz büyüsün bir kayanın kuytusunda uzatacak boynunu güneşe. Merhaba.


Bizden önce burada konaklayanların küllerini döktükleri bir alandı burası. 35 sene önce bir dağ köylüsünün çöpü ne olacak? Pil, yırtılmış pabuçlar, körelmiş jiletler, cam kırıklarından temizleyip, taraçalandırıp tohumlarımızı ektik. Fide torbalarına ektiğim defne tohumları çimlenmedi ama açık alana ekilenler çimlendi. Defnenin merhabası. “Doğdum, yaşayacağım bu dünyada” (14 Nisan 2019)

Bir de kısa bir bilgi notu: Defne meyvelerini soyup kurutmuştum. Ekebildiklerimi ektim geri kalanı isteyene vermek üzere saklamıştım. Ancak anladım ki tohumdaki o yağ uçmuyor. Kalan tohumlar küflenmiş. Demek ki defne tohumu saklamamak veya çok iyi kurutmak gerekiyor.


Görünce bile dişlerim kamaştı. Domuz eriği merhaba dedi. Yenidir öğrendim ki Nigar Abla’nın ebesi domuz eriği meyvelerini kaynatır, eğirdiği yünleri suyunda boyarmış. Büyüyüp meyve verdiklerinde biz de boya çalarız artık, sarısından, alından.


Tohumdan ağaç yetiştirme uğraşına bu sene başladım. Daha doğrusu yediğim meyvelerin çekirdeklerini toprağa gömüp filizlenmelerini izledim çok kere ama bir sandal, bir zeytin, bir kestane çimlendirmeyi Hazin Cemal Gültekin’in yazdığı “Kapalı Tohumlu Ağaç ve Çalıların Eşey Özellikleri El Kitabı”nı görünceye kadar hiç düşünmemiştim. Neden? Çimlenme engelinden önce kurguda bir engel vardı çünkü. O olmaz, bu olmaz, ne çok olmazımız var. Bir de “büyüyecek de ağaç olacak” denir tabii. Sanki dünyayla sevişmek böyle bir şeymiş gibi. Görmesek ne olur, o kadar çok şeyi görmeyeceğiz ki, yine de yaşıyoruz.

Konu bu kitapçıkta tarif edilenleri birebir uygulamak da değil, kitabın varlığının insana ve tohuma cesaret vermesi, insanı ve tohumu doğmaya heves ettirmesi. Hazin Cemal Gültekin’i haberlerden Ardıç çimlendiren orman mühendisi olarak tanımıştık. İyi ki böyle insanlar var, onlarla karşılaşmak bir hediye. Sonra başka kaynaklar başka bilgiler eklendi bu hevese. Ve işte sumaklar da çimlendi, heyyyy!

El kitabını şuradan indirebilirsiniz; https://kutuphane.tarimorman.gov.tr/vufind/Record/16896


Geyik elması tohumları patlamaya başladı (Eriolobus trilobatus). İki yaprakçık emecek güneşin ışığını başını kaldırınca. Bu türün özellikle bir varyetesinin ve genel olarak tümünün tehlike altında olduğuna dair uyarılar yapıldığını söylemiştim. Hal böyle olunca kocaman bir merhaba.


Şu gördüğünüz küçücük yapraklar var ya sandal ağacı (Arbutus andrachne). İlk patlayanlar onlar oldu. Karşısında gönlüm, aklım kabardı taştı. Tohumdan birçok şey büyütüyoruz ama bir ağacı büyütmek daha dağ, daha toprak, daha renk, daha işte.. Hişt, hoşgeldin.

“Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmedi mi fena.” *

* Sait Faik Hişt öyküsünden.

Yukarıya kaydır