endemik bir ağaç

Dik yamaçlarda görüp yanına yaklaşamadığım uzaktan ancak beyaz bulutlarını seçebildiğim canla en sonunda tanıştık. Bu defa yolumun üzerindeydi. Veya belki ben onun yoluna çıktım. Toros dişbudağı (Fraxinus ornus subsp. cilicica) Bu alt tür dünyada sadece Akdeniz, Asıl Ege ve İç Anadolu’nun batısında 350-1500 metre yükseltiler arasında yetişiyor. 20 metre boylanabilen endemik bir ağaç türü. Akdeniz’e adım atar atmaz bu ağaçtan haberim olmalıydı. 7 yaşında bir Toros dişbudağı yaşıyor olabilirdi bahçede. Antakya’da doğdum. Bir ayağı da Amanoslar’daymış mesela. Zihnimde Toros dişbudağının bir yeri olmaması acı veriyor. Taç genişliği fazla değil, upuzun bir yer ayırıyorum ona. Yerine yerleşince başlıyor dallarını uzatmaya.

Çiçekli dişbudaktan bileşik yaprağı oluşturan yaprakçıların her iki yüzünün de tüysüz olması, yaprakçık sapının daha uzun olması ve sivri uçlu olmasıyla ayrılıyor. Ağaçların yaklaşık yarısı erkek, yarısı ise çift cinsiyetlidir ve sadece bu bireyler tohum taşır. Bununla birlikte ahşabı değerli görüldüğü için (özellikle kazma kürek yapımında) doğada kalın gövdeli bireyler azalmış. Neyse ki dipten yeniden sürgün veriyor. Ancak tohum dökemediği için popülasyonu gençleşemiyor ve bu da ağacın biyolojik süreçlerine zarar veriyor. Oysa iklim değişikliğine karşı geniş bir adaptasyon yeteneği olduğu bilgisi verilmiş. Aynı zamanda kuraklık, yangına da dayanıklı ve hızlı gelişiyor. Çiçeklerinin çok güzel koktuğunu da söylemeli. Gövdesinden elde edilen ve “manna” adı verilen sakızı da tıbbi olarak kullanılıyor.

Bugüne kadar gördüğüm bireyler makiler arasına serpiştirilmiş yalnız bireylerdi. Hiç topluluğa rastlamadım. Zaten nadiren rastlanıyormuş. Tohumunu alıp ekmek önemli. Yapılan araştırmalarda tohumların yerden toplanmasının uygun olmadığı ve tohum kapsülleri ağacın başındayken en yüksek canlılık oranlarına sahip olduğu belirlenmiş. Tohum kapsülleri ekim sonu gibi dökülmeye başlıyormuş. En iyisi toplar toplamaz ekmek. Güneşli güney bakıları tercih ediyor. Hem güneşten hem güneyden yana zengin olanların bahçesinde Toros dişbudağına bir yer açılır artık.

Bekle

(21 Ekim 2021 güncelleme notu)

Ağacın dibine dökülen tohumlar çimlenme yeteneklerini yitirdikleri için dökülmeden toplanmaları gerekiyordu. Mevsimin takvimi şaştı, 10 günde bir ziyaretine gidiyorum bu yüzden. Ekim sonuna doğru olgunlaşmaya başlıyor tohumlar. İşte geldik Ekim sonuna. Şimdi dağımızın alacasını ona borçluyuz. Tabii bir de yaban kızılcığına (Cornus sanguinea).

İşin güzel tarafı sonbahar renklerine bürünmeleriyle birlikte tahmin ettiğimden daha fazla ağacın bu dağda yaşadığını gördüm. Ulaşamayacağım kadar dik tepelerin duldasında, geçit vermez kayaların komşuluğunda. Şu uzak kırmızıları görüyor musunuz, hepsi ya Toros dişbudağına, ya yaban kızılcığına ait. Gözün gördüğü anı yakalayabilecek bir makine icat olmadı daha. O an, bir sonraki düşünülmüş, kurgulanmış ‘hadi şunu çekeyim” anında bile yakalanamıyor. O anda, tam o anda büyülü bir şey var. Yakalanamadığı için büyülü. Kayıp gidiyor, kayıp gidip beynin define bölümüne yerleşiyor. Söze gelmeye de direniyor. İsteğin kadar anlat, şöyleydi, böyleydi, ışıktı, karanlıktı, kayaydı, buluttu, parlamaydı, tam tepedeki kollarını açmış kızılçamdı, yanındaki yeşildi, kucaklama ve ayrılıktı, peh! İyi ki kayıp gidiyor, tam da bu yüzden hayat yenilmeyecek.

İçlerinden tek tük olgun tohumlar çıksa da sanırım bir hafta kadar beklemek en iyisi. Bekleyince olgunlaşacak bir define. Gölgesi, çiçekleri, kokusu, direngenlik vaadiyle. Ne kazıp çıkarman, ne paraya çevirmen gerekiyor. Orada duruyor, bekle.

Kaynak
https://ormuh.org.tr/uploads/docs/magazines/320_2009_2.pdf

Tohumla ilgili ayrıntılı bilgiler
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/195836

Yukarıya kaydır