binbirgözlü dev

Binbirgözünü açmış hayatı seyreyleyen birine “Bingöz otu” denir elbet. Ne güzel isim vermişler.

Tarla sarmaşıkları (Convolvulus sp.) cinsinden olan bitkiler yaprak ve kaliks şekillerine göre birbirinden ayrılıyor. Bingöz otu (Convolvulus scammonia), diğer özellikleri yanında ok biçiminde yaprakları ve dış çanak yapraklarının, iç çanak yapraklarından belirgin şekilde kısa olmasıyla tanınıyor, Türkiye’de geniş bir yayılışa sahip.

Geleneksel olarak kökünden elde edilen reçinesi, çok güçlü bir müshil olarak kullanılıyor. Birçok kaynakta reçinenin incelikli elde etme yöntemine dair bilgi bulunca ben de bahsetmeye özendim; Bitki tam olarak çiçeklenmişken, köküyle beraber çıkarılır, son dallarının yaklaşık 3 cm altından verev bir şekilde kesilirmiş. Kökün altına yerleştirilen bir kaba akan reçine toplanır, iyice karıştırılır ve gölgede kurutulurmuş sonra. Hiç denemedim, köküyle sökmek bitkiyi öldüreceği için tohumdan ekilerek denenebilir. Fakir ve taban suyu seviyesi düşük topraklarda yetişen, 4 yaşında bitki köklerinin tercih edildiği belirlitiliyor. Oldukça ayrıntılı tıbbi kullanımları verilmiş, merak eden bakabilir, ancak yüksek dozlarda alındığında üretebileceği yan etkilerin tehlikeli olması ehil kişilerce kullanılması gerektiğini ve artık son tercih olarak kullanıldığını gösteriyor. Erhan Tuzlacı’nın verdiği bilgilere göre de körpe bitkinin toprak üstü kısımları Iğdır’da ayran aşına katılırmış.* Bingöz otu’nun gebelik üzerine etkilerinden bahseden bir yazıda hem Pliny hem de Dioscorides’in, bitkinin üzüm asmaları arasına ekildiğinde o üzümlerden düşüğe sebep olan bir şarap üretilebileceğinden bahsettiğini görüyoruz. Yazıda bu etkilerin araştırılması gerektiğine dair bir inancın altı çizilmiş, bilemiyorum doğru mudur ama yanyana ekildiklerinde birbirinin kimyasını da etkileyebilen bitkilerin varlığına dair antik ve erken modern zamanlardan kalan bir anlatıyla karşılaşmak iyi geliyor.

Çiçeklerini sabah saatlerinde tam açık görebilmek mümkün, sonra yavaş yavaş kapanıyor. Ama kapalı tomurcuklar da fena can yakıyor. Birçok yaban bitkisi gibi yaşadığı yerle uyum içinde, dayanıklı, kendi haline bırakılmış alanlarda yüzünü gösteren bir bitki. Tohumlarının birçoğunda görünen deliklerden sanırım bir böcek sorumlu. Belki bu yaz sonunda karşılaşırız. Çiçeklerinin de tohumlarının da taliplisi çok. Hele de çiçeğin birine konan grimsi beyaz tüylü kıça sahip, sırtında siyah bir benek, şeffaf siyah damarlı kanatları, arka bacaklarında beyaz tüylü polen kesecikleri olan yaban arısını gösterebilmeyi çok isterdim. Ama o kadar hızlı ki, ancak bu kadar oldu.


Yetiştiği yer bir taş yığının üzeri. Yığın dağılmasın diye etrafını büyük taşlarla cevirmiştim. Ve yaz boyu buradan devrilen taşlardan köpekleri sorumlu tutup durdum. Sonra bir baktım büyük kaplumbağalar canhıraş taşları aşmaya çalışıp bingöz otuna uzanıyor. Çünkü yiyorlar. 3 metreye yakın dallar yapan bitkinin dalı duruyor ama yaprak ve çiçek yok. Bahçede bostan da olmasına rağmen bir kez bile bostan bitkilerini yemeye kalkışmamalarını, yaban bitkilerini kendi haline bırakmamıza borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Yani sorun tarla sarmaşıklarının doğal yayılış alanlarını sürüp, otlarını biçip bostan kurmakta, kaplumbağanın oburluğunda değil. (Haziran 2022)

* Prof. Dr. Erhan Tuzlacı, “Türkiye’nin Besin Bitkileri ve Ot yemekleri”

*https://bit.ly/3eB8dFo

Yukarıya kaydır